-
Taş bağırlı Dağlar
Aladağların ulu dorukları arasında yol alırken yeşile hasret kalır insan; mars yüzeyi gibi taşlık, tek tük bitki çeşitliliği içinde bir yol
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Taş bağırlı Dağlar
Taş bağırlı Dağlar
Bazı hikâyeler vardır ki, okurken girersin sayfaların içine ve adeta yaşarsın her bir kelimesini… Hele bir de yazan işini bilirse tadından okunmaz olur… Bizim etkinlik yol hikâyeleri de tam tamına uyar bu tanıma. Web sayfamızın yayına ilk girdiği günlerde doğa yürüyüşlerine ilk katılan arkadaşlarımızdan o günü her yönüyle, içlerinden geldiği gibi yazmalarını ister, biz de noktasına virgülüne karışmadan yansıtırdık bekleyenlerine… Gerçekleştirdiğimiz her faaliyetin güncesini tutmak yol hikâyesini yazmakta o günlerden kalma bir alışkanlıktır bizde. Ancak her nedense, adına tembellik mi desem yoksa başka bir şey mi bilemiyorum, yazan arkadaşlarımızın sayısı her geçen gün azaldı ve sayfamız içindeki o alanı doldurmak yine hep bana kaldı. Her ne kadar bu bir sitem olmasa da, etkinliklerin yol hikâyelerini yazmak isteyen olursa diye, bir hatırlatma daha yapayım istedim…
Patikatrek Doğa Sporlarının kapısından ilk adımını atanlar önce bizimle, sonra bilgilendirme eğitimleri ve sonrasında Doğa Yürüyüşleri ile tanışırlar. Doğada Seyahat ve barınmadan başlayan eğitsel çalışmalar, doğada beslenme ve ilk yardıma kadar uzanır. Kapalı alanlarda öğrenilen bilgilerin uygulaması da açık alanlarda doğada ve yüksek dağlarda yapılır. Doğada barınmanın ilk uygulaması şehre yakın bir alanda ve özel olarak seçilen bir mevsimde başlar ki o tarih hep Mart ayı başı olur Ege’de. Kampçılık eğitim ve uygulamalarına da ilk adım ilk uyum çalışması olur bu kamplarımız. Sonraki aylarda zorluk dereceleri artarak devam eder ki Ağustos ayı içinde doruk noktasına varılır uygulama ve eğitim kaplarımızın.
2013 planlı etkinliklerimiz arasında yer alan yüksek dağa uyum kamplarımın ikincisini Aladağlar bölgesinde yapmaya ta senenin başından karar vererek geldik bu günlere. Karacadağ uyum kampı ile keyifli başlayan süreç Babadağ kampları ile şekillendi ve eksiklerin giderilmesi ve daha yüksek zorluk derecelerine hazırlık olması anlamında çalışmalar tamamlandı…
Aladağlar Bölgesi Anadolu Coğrafyasının güneyinde, Kayseri - Niğde Adana illeri arasında bulunan dağ sırasıdır ve Bolkar Dağları ile birlikte orta Toros Dağlarını oluşturur. Farklı türlerdeki bitki örtüsü ve zengin hayvan çeşitliliğine sahip olan ve bu nedenle 54.524 hektarlık bir bölümü 1995 yılında Milli Park ilan edilen Aladağlar, Dağcılık Sporunun Türkiye’deki en çok tercih edilen okulu konumundadır aynı zamanda. İster Yüksek dağ yürüyüşü, ister teknik tırmanış, isterseniz birbirinden farklı zorluk derecelerine sahip devasa zirvelerine tırmanmak isteyin, dağcılık sporunun hangi branşını yapmak isterseniz isteyin Aladağlara uğramadan olmaz. Türkiye Dağcılarının olduğu kadar yurt dışından gelen ziyaretçilerinin yoğunluğuyla birlikte Aladağlar Türkiye’de yaşanan ve ölümle sonuçlanan kazaların da en çok gerçekleştiği dağlar olma özelliğindedir.
Uzunca bir zamandan beri ekip olarak Aladağlardan uzak kalmıştık; geçtiğimiz 2012 Temmuz ayında yaptığım Eznevit Zirvesi (3.560m) solo tırmanışı gerek kamp alanın uygunluğu gerekse rotanın zorluk derecesiyle ekip olarak da tekrar gelmek konusunda gönlümdeki yerini almıştı. Sezon içinde takımı oluşturup motive etmek ise hiç zor olmadı. Rota’nın özellikle 3.400-3.500 m aralığındaki eğim parkura kalabalık gruplar halinde girmeyi riskli hale getirdiği için maksimum 12 kişi olarak belirlediğimiz sporcu sayımız son gün katılımlarıyla birlikte 15’e ulaşınca tedirgin olmadım değil hani. Hep söyleriz “Dağların asla şakası olmaz, onlara gitmek fiziki yeterlilik kadar özveri ve ciddi bir disiplini de gerektirir“ diye. Doğa yürüyüşlerimiz esnasında kişilere bu sporu sevdirmek adına esnek davranışlar göstermemiz, yüksek dağlara kabul sınırları içinde kalan minik disiplin sorunları olarak gelse de dağın gerçeği tokat gibi indiğinde yüzünüze kendiliğinizden disipline oluverirsiniz; yeter ki, sizin dağlarla tanışmanıza aracılık edenler hem dağı hem de sizi iyi tanısınlar. Yani sözün kısası Dağa karşı hep saygı duruşu içinde olmak gerek, dağa gitmenin ana kuralı, düsturu da buradan başlar işte.
Her etkinlik öncesi bilgilendirme toplantısı yapmayı bir gelenek haline getiren Patikatrek, bu etkinliğin toplantısını da ilan ettiği zaman, biliyorum ki yürekler pırpır etmeye başlar. Şehirden çıkış anından başlayarak rotaya girişe kadar geçen süre içinde hiç bitmez o pırpır etme hali. Harita üzerinden rotaya hayali olarak girilir, nerelerde ne yapılacağı konuşulur, bizi nelerin beklediğine varıncaya kadar geçmiş anıların anlatıları ve fotoğrafları süsler bilgilendirme toplantılarını. Bu kez de öyle oldu; ayakkabılar elden geçti, uyku tulumları değişti, ocak ve pişirme kapları alındı, çantalar özenle yerleştirildi ve hareket saati gelip çattı.
Hareket için buluşma noktasına ilk gelenler, bahsettiğim heyecanı yüreğinde en üst noktada yaşayanlar olur hep; o gelişlerin sırası, dağların zor şartları altında yol arkadaşlığı yapacak olan canların hepsi hakkında ayrı, ayrı önemli bir fikir verir bana. Adına uyum kampı dediğimiz bu etkinliklerin en uyumlu katılımcıları işaret fişeği gibi belli ederler kendilerini daha ilk dakikalarda… Hareket saatinden çok önce bütün ekibin bir araya gelmiş olmasını iyiye işaret olarak not düştüm zihnime ve kaçar gibi uzaklaştık şehrin gece sıcağından…
Servis aracında toplanan ekipte herkes birbirini tanısa da o ilk buluşma muhabbetlerimiz hep klasik, alışılagelmiş bize benzeyen sıcaklıkta akıp gider, bizi ilk kez tanıyan şoförün şaşkın bakışları arasında. Çok sürmez onun da yabancılığı ve daha ilk Kilometrelerde o da katılır sohbete. Şoför dedim de aklıma geldi, eğer uzun yol deneyimi tecrübesi bilinmiyorsa ekip hep bir kurban seçer onu sabaha kadar uyumadan gözlemleyecek Ve maalesef o kurban da hep ben olurum yine… Arada bir nöbet değişikliği de yaparım siz bakmayın öyle dediğime…
Aladağlar istikametine yönümüz döndüğünde ilk mola yerimiz hep Afyon olur… Gecenin orta yerinde sucuk ekmek yemek hep adetten sayılır, her ne kadar faaliyet öncesi sıkıntı yaratır yemeyin nasihatleri yapsak da bir biri ardına yutulur acılı sucuklu sandviçler ayran eşliğinde. Bu kez öyle olmadı; ekibimizin değerli üyesi sevgili Duygu’nun organizasyonuyla Afyon Oruçoğlu tesislerinin pırıl, pırıl görevlilerini gecenin saat ikisinde bizi beklerken bulduk, bize özel hazırlanmış masanın başında. Mönü mü? Hiç sormayın; kısa ve öz bir cevapla Oruçoğlu kimliği ve kalitesine yakışır nefis tatların buluşma masasıydı diyerek geceyi bitireyim; Oruçoğlu tesislerinin değerli personeli ve sevgili Duygu’ya bir kez daha teşekkürlerimi ileterek.
Sabahın ilk ışıklarını, Konya ovasının bitmeyecek gibi uzayıp giden yollarında karşılarız hep Aladağlara giderken. Göz kapaklarınızın en ağırı kaldırmaya çalışan Halterci gibi olduğunu hissedersiniz, bir de uykunun bu kadar mı tatlı olabileceği hiç aklınızdan çıkmadan yol alırsınız. Bozkırın ortasında devasa bir kütle halinde yükselen Hasan dağının o muhteşem siluetini seyre daldığınız dinlenme tesisinde vereceğiniz bir çay molası yetişir imdadınıza ve uyanırsınız. Alabildiğine uzanan bozkırın ortasında suyla tanışık kalan sadece birkaç yerleşkenin yeşil olarak görünmesine şaşar, bilinçsiz ekim ve sulama sonucunda çölleşmeye yüz tutan o kadar geniş tarım alanlarının kullanım hatasını çözmeye uğraşırsınız içiniz sızlayarak. Bir M2 arazide bile harikalar yaratan toprak fakirlerinin ürettiklerini düşündükçe isyan edersiniz bu hoyratlığa… Bor üzerinden Niğde’ye vardığınızda “Geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” özdeyişi tam da yukarıda sıralanan kaybedilmişliklerle örtüşürcesine gelir oturur göğsünüzün orta yerine ve anlarsınız ülke olarak geri dönüşü olmayan nasıl bir yolda olduğunuzun.
Niğde içinde yapılan kahvaltı ve dağ için alınması gereken son malzemeler de temin edildikten sonra Orta Toros Dağlarını oluşturan Aladağların koynuna atıverirsiniz kendinizi her şeyi unuturcasına… Unutmak zorundasınız çünkü Aladağların o muhteşem doruklarıyla yüzleştiğiniz ilk anda daha, dağın kendi gerçeği başlar ve anımsamazsanız eğer tokat gibi iniverir suratınızın ortasına. O yüzdendir Türkiye dağlarında en çok can alan dağların Aladağlar olduğu. O taş bağırlı dağların hangi duvarında can vermişse artık bu gün o dağlara bakarak toprak altında yatan, genç yaşında göç eden canların mezarları başına varılır, selam verilir, dua edilir, âdettendir. Sonra o muhteşem doruklara yani dağa doğru dönülür, baş eğilir saygıyla el pençe divan derler ya hani, dudaklar arasından üç kelime çıkar saygıyla “ Ben geldim efendi” diyen. Dağa o saygıyı göstermezsen ve hoyratça şımarık bir çocuk edasıyla girersen koynuna eğer eninde sonunda dönüp geleceğin yer arkanda yatan canların yanıdır diye inanılır. Aynı saygıyı iliklerimize kadar yaşayarak vardık Eznevit yaylasına. 2.600m rakıma kurulan ana kamptan Kordon sahil yolu gibi görünen Eznevit zirve rotasına bakan herkesin “Peehh! Biz bu zirveye tırmanmak için mi geldik onca yolu” dediğini, dil söylemese de yürek tınısından anlar bilirim yıların deneyimiyle. Ve iç sesim der ki o seslere cevaben; “yarın görürüm sizi…”
Kampın ikinci günü zirve tırmanış günü yüzden sabah erkenden kalkıldı. Gecenin 03 ünde kalkıp ta ne yapacağız sızlanmalarına bakmadan ürperten bir dağ rüzgârının serinliğinde çorbalar içildi, zirve için son kontroller yapıldı ve 03.45 te yönümüzü Eznevit zirveye doğru döndük. Güneşle ilk temas anına daha çok vardı ve aşırı efor harcayarak terlemek ve temposuzluktan oluşabilecek bir orantısız bekleme anı tüm ekibe sıkıntı yaratabilirdi. O yüzden oldukça düşük bir tempoda kontrollü biçimde yükselmeye başladık gecenin karanlığında sessizce… Karşı dağların doruklarına güneş düşmeye başladığında saat 05.30 olmuş ve biz kamptan itibaren ortalama 400m gibi bir rakım yükselerek küçük molalar vererek 3.000 m’lere varmıştık. Tüm hesaplamalarım ve tempomuz şu ana kadar oldukça iyi sayılırdı. Tırmanış öncesi dikkatsiz beslenmeden kaynaklanan sorunları da yaşamasak çok daha iyi bir tempo yakalayabilirdik. İki ara mola daha vererek eğimin %60 lara ulaştığı son noktaya vardığımızda saat 07.00 yi geçmek üzereydi… Tırmanışın en zor ve en riskli olan bu bölgesini de sorunsuzca aşarak zirveye uzanan kılçık hattına saat 07.45 de vardık; soluklanma zamanı, 3.560m’lik zirvenin 100 m kadar altındayız ama mola dedik. Geride kalanların riskli bölgeden emniyetli bir şekilde çıkışını sağlamak adına geride kaldım. Öncülerin zirve çığlıklarını ilk duyduğum da ise saat 08.30 du. Keyifli ve uzunca bir zirve molası verdik, oldukça lüks sayılabilecek bir kahvaltı keyfi de eklenince molaya yüzlere kan geldi.
Saat 10.30 da ayrıldığımız zirveden Kızıl çarşak vadisini kullanarak keyifli ve eğlenceli bir iniş yaptık. Üç buçuk saate yakın süren dönüş yolumuzda su kaynağının olmaması biraz canımızı sıksa da keyfimizi kaçırmadı. Yorgun ayaklarımız kampa geldiğinde doyasıya içtik buz gibi yayla suyundan. Yakıcı öğle güneşinden korunmak için girdiğimiz çadırların kapısını çift taraflı açsak da onca esen rüzgâra rağmen birçoğumuz iyi bir öğle uykusu çekemedi. Saat 16.00 gibi serinleyen hava ile çay kahve keyfi sürüldü çadırlar önünde. Nevaleler gözden geçti ve akşam yemeklerinin mönüsü belirlendi yeniden. Çok uzağa gitmeden hemen çadır ağızlarında yanan ocaklardan çeşit, çeşit makarna kokusu gelmeye başlayıverdi, kimi domates soslu, kimi ton balıklı kimi de mısırlı. Afiyet olsun arkadaşlar.Kampın ikinci bölümü olan bu aşamayı isterim ki tüm neşesiyle bir başka arkadaşım anlatsın,ancak yazı gelinceye kadar heyecan düşer bilirim o yüzden fazla uzatmadan gün batımında kızaran Aladağların seyrine doyum olmadığını, akşam ışığı altında suya inen koyun sürülerinin kuzularla kavuşma anını ve daha bilumum ayrıntıyı yazdık kafamıza…Bir sonraki kamp keyfi ekleninceye kadar üstüne zihinlerde kalır.
Pazar sabahı Kampı toplayarak indiğimiz Ecemiş ırmağı kenarındaki Elma bahçesini, asırlık söğütlerin gölgesinde tahta masalar üzerinde yapılan köy kahvaltısının muhteşem güzelliğini de hiçbir zaman anlatmayacağım. Gidenlerde saklı kalsın… Efendim Bundan sonraki Yol hikâyemiz sanırım en yakında gerçekleşecek olan Karadeniz Yaylaları Fotoğraf Kampımız olacak gibi görünüyor. Yaz sıcakların en baskın günlerinde bir tutam Karadeniz yeşili eşliğinde serinliğini de sizlerle paylaşabilmek umudu ve iyi dilekleriyle…