-
Sibel'in gözünden Kaçkarlar 2
Dağlarla tanıştırdığımız her arkadaşımızın dağda yaşadıklarını onların ağzından duymak sadece onlara değil bize de deneyim kazandırıyor
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Sibel'in gözünden Kaçkarlar 2
Sibel'in gözünden Kaçkarlar 2
Kaçkar Dağları yüksek dağ ve Trans yürüyüşümüzde ikinci gün; olağan programda bugün atılması gereken ikinci kampı, bulutlardaki hareketliliğe bakarak havanın bozacağına yorumlayıp iptal eden ve üçüncü günde varılması gereken Çermeş göllerini bugünden hedef olarak gösterip devam diyen Zeynel hocanın peşindeyiz. Ağlamak istiyorum; aynı günde bu kadar kamp yüküyle yüksek performans beklentisi bende alarm zillerini çaldırıyor; aç ve yorgunuz, “hava bulutlanmaya başladı, her an yağmur yağabilir hatta kötü bir fırtınanın içinde bile kalabiliriz” diyor hocamız… Yağmur yağsa da durmak yok çünkü korunup saklanacak yer yok tamamen açık bir alanda sürekli yükseliyor ve biraz daha fazla yaklaşıyoruz gökyüzünde dans eder gibi dolaşıp duran bulutlara…geride kalmak yok, eğer geride kalırsam arkadaşlarım mağdur olacak kokusu sarıp sarmalıyor bedenimi, o korku daha bir yorgunluk duygusu yarattı içimde ama eğer ekip olmak bir bütün olmaksa, o kamp alanına varılacak nasılsa beni de bırakıp gidecek halleri yok ya dedi iç sesim. Ve geride kaldığım da oldu doğal olarak, bittiğimi hissettiğim anlar da, hocamın tam desteği ve profesyonel yaklaşımı ile Çisil, Çisil yağan yağmura rağmen kamp yerine vardık. Yine bir göl kenarı ve etrafı birbirinden yüce doruklarla çevrili muhteşem bir yayla; gölden biraz uzakta üzerinde Türk bayrağı dalgalanan mavi brandalı bir de çoban barakası. Üstüm başım ıslak; yürümenizi zorlaştırır ve hızımızı yavaşlatır diye panço giydirmedi hoca; giymiş olanlara da çıkarttırdı aksine, vardır bir bildiği diye diye geldik işte kamp alanına şükürler olsun; yorgunum, çadırların nerelere kurulacağına karar verilene kadar oturdum bir taşın üstüne ve içimde bir titreme inceden inceye, ya hasta olursam ne yaparım, hemen toparlıyorum kendimi, kötü düşüncelere teslim olmak yok, güçlü olmak lazım…
Dingin bir sessizlik hakim vadide; hava aniden durağanlaştı; fısıltılı konuşmalarımızı dahi ta uzaktan duyup barakasından koşarak geldi çoban yanımıza, yüzünde aylardır hiç insan görmemiş bir ifadeyle şaşkın ve heyecanlı, sohbeti hoş güler yüzlü bir adamcağız. Üç aydır buradaymış meğer tek başına, yüksek yüksek dağların arasındaki bu yaylada boğa sürüleri ile birlikte “bir ayım kaldı benim de buralarda sonra döneceğim ailemin yanına…” diyor; o mutlu yarını bekleyen heyecanı gözlerinde görmek hiç de zor değil. Kısa bir sohbet ve hoşbeşten sonra alışıyor bizlere iyi ki geldiniz der gibi cana yakın, ağzından dökülen kelimeler ise yarış ediyor sanki birbiriyle… Çadırlar yine kuruldu yemekler pişti, ama biz gerçekten çok yorgunuz herkes gün batmadan çekiliyor çadırında dinlenmeye; olası bir fırtınaya karşı dışarıda çadırların kuruluşunu kontrol eden hocanın,” serbest zaman yatıp uyuyun, dinlenin…” diye haykırışı derinden derine kulaklarımda… beklenen uykunun çadırdan girip bedenimi sarıp sarmaladığını hisseder gibiyim. “Saat 14.30 bir kamp alanını atlamış olmanın hediyesi olarak iki gün buradayız…” diyen ses uzaklaşıyor gibi sanki; uyumuşum…
Uyandığımda saatin kaç olduğu hiç de ilgilendirmiyor artık az da olsa dinlenmiş hissediyorum kendimi; güneşin ısıtmaya başladığı çadırımdan dışarı baktığımda gördüğüm manzara yine muhteşem; tıpkı ilk kamp alanımız gibi yüce dağların dibinde bir yanımızda göl, bir yanımızda o gölden nehir akan bir dere karşımızda tüm heybetiyle duran kocaman dağlar… Yaylayı otlak olarak kullanan boğa sürüsünün yerlerini işgal ettiğimiz için bizden pekte hoşlanmamış olacaklar ki, gece boyunca sürekli vahşi sesler çıkartarak kamp alanımıza doğru saldırıp durdular gruptan birileri bizi bu saldırılardan sürekli korudu sabaha kadar, ama o kahraman kimdi bilmiyorum.
Ertesi gün güzel bir güne uyanıyoruz, uzun ve keyifli bir kahvaltının ardından bol kahve ve bol kahkahanın olduğu sohbetle öğleni yapıyoruz. Kamp alanındaki yeni yoldaşımız çoban Mehmet amca bize sürpriz yapıp tulumunu çalarak kamp alanımıza kadar geliyor o vahşi doğanın içinde ilk kez duyduğum bu ses çıkan melodide ince bir hüzün saklı sanki kimimiz telefon ve fotoğraf makinasına koşuyor, kimimiz ise yarım yamalak bildiği kadar horon oynuyor Mehmet amcayla… o çaldıkça biz kendimizden geçiyoruz ne güzel bir konserdi o be Mehmet amca... Öğleden sonra kamp alanının hemen arkasındaki o kocaman dağa tırmanış planı yapıldı, isteyenler katılacak ve bir nevi keşif ve aklimatizasyon yürüyüşü olacak dendi, kaçırmadım bu fırsatı bir sonraki günler için antrenman yapmam gerekiyor çünkü bir sonraki hedef noktamız olan Tatos dağları tırmanışı daha uzun ve daha zorlu bir yol olacakmış.
Küçük hazırlıklar yapıp başlıyoruz tırmanmaya, sırt çantasız ve yüksüz yürümek ne güzelmiş meğer kuş gibi hafif hissediyorum kendimi… Keşif yürüyüşümüze Mehmet amca da eşlik ediyor, dağ sarımsağı dağ soğanı ve kekikler topladı bize, nasıl pozitif bir enerjidir Mehmet amca seninkisi, sohbeti bol, çok keyifli ve eğlenceli bir yürüyüş olmuştu. Dönüşte akşam için barakasına çay içmeye davet etti bizi Mehmet amca, yemekler yenildi gün batmadan derenin karşısına Mehmet amcanın barakasına misafirliğe gittik, üstü mavi bir naylon örtüyle kapatılmış derme çatma küçücük bir yer; mis gibi demleme çay yapmış bize, kaç gündür özlemiştik demlik çayı, sohbet derinleştikçe çekirdekler çitlendi çaylar içildi. Yarın yolculuk var hava kararmadan dönmek gerek çadırlara diyerek veda ettik bu dağların misafirperver insanına… Ertesi gün programı baştan belli sabah beşte kalk kampı topla ve tırmanışa devam Tatoslar bizi bekler….
Çantalar sırtımızda yola koyulduk, hareket etmeden önce Zeynel hocamız “ bu gün daha öncekilerden çok daha uzun ve zorlu bir yol bekliyor sizi hava bozmaz ve sıkı bir tempo yakalarsak ve öğleye Verçenik’te olabilirsek yaylada size muhlama, yoğurt ekmekli bir öğle yemeği temin ederim “ sözü verdi. Öğleden sonra ise yine dağ izin verir ve bir aksilik olmazsa Tatoslardayız; üç gün dinlenmek için vaktiniz olacak” diye açıklama yaptıktan sonra benim bütün hedefim öğlen yemeği olmuştu, yaylada muhlama offf offf. Tüm ekip gerçekten üstün bir başarı ve uyum içinde verçenik yaylasına sorunsuz vardık. Hava açık ve güneşliydi şansımıza, yaylaya hedeflediğimiz zaman dilimi içinde vardık varmasına da yemek yiyebilecek bir yer yokmuş meğerse; yıllar önce gelip geçenlere yemek ve çay hizmeti veren bir teyze göçüp gitmiş meğer yayladan; hepimiz umutsuz bir şekilde hocamızın peşinden muhtarın evine uğradık, muhtarın ailesi sıcak çaylarını ve ekmeğini paylaştı bizimle de moraller düzeldi az da olsa. Yemeğimizin bitmesine zaman kalmadan ve aniden bastıran yağmur dahi neşemizi kaçırmadı naylon tenteli bir sığınakta yağmurlu bir havada yenen yoğurt ve muhlama inanılmaz lezzetliydi ,bu denli lezzetli olmasını önce çok aç olmama, en doğal malzemelerin kullanılmasına ve tabiki ekibimle bir arada ve hala sapasağlam bulunmaya bağlıyorum…
Yağmur geçti ve çayların son yudumunu dahi aldırmadan haydi bakalım gidiyoruz dedi hoca; az önce yağan yağmura rağmen hava sıcak nasıl bir iklimdir burası, bir günde dört mevsimi yaşıyoruz. Tırmanış yolu zorlu; kısa kısa verilen molalarla hedeflediğimiz saatte kamp alanında olmalıyız, bu kadar yorgunluğun üstüne olası bir yağmur ya da fırtına hepimizin motivasyonunu düşürebilir, hatta beklenmedik zorluklar da yaşatabilir korkusuyla yüzleşerek nerede olduğumuzu ve ne kadar yolumuz olduğunu bilmeden tırmanıyorum… Az önce yediğim muhlamanın yağları adeta eriyor içimde…
İşte orada, tüm heybetiyle karşımızda duruyor; nefes nefese kamp yüküyle tırmandığımız yokuşun hemen sonunda, kocaman heybetli gövdeleri arasında bir kapı açmış bize yüksekliği deniz seviyesinden 3.256m olan. Patikanın bittiği yerde görünen küçük bir geçit, bir yol yürü yürü bitmez mi arkadaş, bir ara da bitmeyecek gibi geldi ne yalan söyleyeyim, ama bitti işte 3.256m lik aşıtın Iki adım gerisindeyim bulutlar ellerimi uzatsam değecek kadar yakın. Önce bir arkadaşım çıkıyor aşıta, neler görüyor anlatıyor iki adım aşağıda solklanmak için bekleyen bize“harika bir yer, yine dağların arasında üç tane göl, olabildiğince yeşil ve düzlük bir alan…” gözümün önünde canlandırdığım manzaranın tam ortasına çadırları yerleştirdim, ohhhh Üç gün. Aşıt sırası bendeydi İki üç adım sonra gerideki arkadaşlarıma neler gördüğümü söylemem gerekiyor ama gördüğüm muhteşem manzara karşısında dilim tutuldu ve sadece “mükemmel” diyebildim… gerçekten muhteşem bir yerdi; o anda orada olmanın verdiği mutluluk ve parayla satın alınamayacak olan başarmanın verdiği keyif…anlatmak mümkün değil, biraz da yorgunluktan olsa gerek… İçimdeki huzur ve mutluluğun tarifi yok. Evet bitti parkur bitti şimdi keyif zamanı yaklaşık yirmi dakikalık bir iniş yürüyüşünden sonra kamp alanındayız, Tatosların eteklerinde Turkuaz rengi göllerin kıyısında üç gün, kendini dinlemek ve dinlenmek için bolca vaktim var. Zeynel hocam “dağlar adama kendini buldurur, dağlarda yapılan her yürüyüş aslında kendini keşfe çıktığın kutsal bir yolculuktur ”der her zaman. Yürürken, çadırda yalnız kalınca, dağları gölü izlerken insanın düşünecek o kadar çok zamanı oluyor ki, bunu ancak yaşamak gerek…
İkinci gün yorgunluktan sadece dinlendik, bol sohbet, bol kahve, ekip olmayı, ekip olurken mutlu olmayı damarlarında hisseder mi insan, biz bunun hakkını sonuna kadar verdik. Bizi misafir ettiği üç günlük süre içinde dört mevsimi birden yaşattı Tatoslar bize, güneşin altında kahve keyfimizi yarım bırakıp yağmurla birlikte çadırlara koştuk çoğu zaman, an geldi fincanımızdaki kahve soğumadan güneşin yakıcı etkisini hissettik, kimi zaman da gök gürültülü şiddetli bir fırtınanın kollarında altında bulduk kendimizi; hava ve iklimin bize sunduğu yer dumanı sis gösterisi ise rüya gibiydi; yavaş yavaş gelip kaplıyor çevreni, az önce kocaman dağları görebiliyorken, beş dakikaya varmdan on adım ötedeki çadırları görememek anlatılmaz bir duygu… zirvelerinde hala kar olan Tatoslardan bir de Dolu istedik şaka yollu ve 5 dakikaya varmadan tepemize nohut büyüklüğünde yağan doluları görünce Zeynel Hocanın anlattığı gibi kutsallığına inanmaya başladım dağların ve o muhteşem görüntü güzelliğiyle Tatosların... ( Devam edecek )
Sibel Uyar Aktoprak