-
Sibel'in gözünden Kaçkarlar 1
Dağlarla ilk kez tanıştırdığımız her arkadaşımızın dağda yaşadıklarını onlardan duymak hem onlara hem bize deneyim kazandırıyor
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Sibel'in gözünden Kaçkarlar 1
Sibel'in gözünden Kaçkarlar 1
Şehir görüntüsü kadar kendisiyle de yorar insanı ve gün olur üstüne üstüne gelir gördüğün her ne varsa; işte böyle bir ruh hali içindeyken karar verdim doğaya çıkmaya, arkadaşlarımla birlikte uzun ve zorlu bir dağ yolculuğu yapmaya. Uzun bir hazırlık sürecinin tam ortasında katıldığım uyum kamplarında edindiğim tecrübeyle tüm hazırlıklar yapıldı; olabildiğince az eşya ve erzak programın olmazsa olmaz ilk koşuluydu; çünkü sekiz günlük program içinde tüm kamp yükünü araç kullanmadan sırtında taşımak çıktığımız yolun en büyük kuralıydı. Tüm hazırlıklarımı fiziki dayanıklılık üstüne bina etmişken alana çıkıp da çantayı sırtıma aldığımda anladım fiziki yeterlilik kadar ruhsal hazırlığın da önemini… Ömrünün tamamını Ege’de yaşamış biri olarak ilk defa Karadeniz’i görmek, yöre insanları ile tanışıp sohbet etmek, onların kültürü mutfağı ile tanışmak hayalimdeki doğallığı ile Karadeniz yaylalarında soluklanmak hatta gecesi ve gündüzünü bir arada yaşamanın güzelliğinin anlatılmaz ancak yaşanır olduğunu daha ilk karşılaşmada anladım… O yüzden şu an yazarak size anlatmaya çalıştıklarım devede bir tüy örneği gibi…
İlk gün Çamlıhemşin’i gezdik; bir yeşil denizi içinde yüzerek ve sürekli sıfır rakımdan yükselerek vardığımız Badara yaylasına uğradık önce; ben böyle güzellik görmedim… Teneke çatılı, ahşap beş, altı ev, küçük bir göl, yayladan aşağıda yer alan tüm vadiler adeta bir bulut denizi, az önce içinde yüzdüğümüz o yeşil deniz beyaza boyanmış gibi. Bulutların üstünde olmak, bulutlara tepeden bakmak muhteşem bir duygu… O gece Gito yaylasındaki bir dağ evinde kaldık; otantik ve konforlu. Akşam yemeğinden sonra yöresel müzik aleti tulumun sesini duyduğumda anladım bütün bir yıl içinde, her doğa yürüyüşünde tulum dinleyen arkadaşlarımın duygularını. Gece yıldızlara bakarak türkü söyledik. Her şey çok güzeldi ve kendimi hayal dünyasında yaşar gibi görüyordum; lakin ertesi gün sırt çantamı yüklenip de dağa doğru ilk adımlarımı atmaya başladığımda gerçekle yüzleşebildim ancak. Sabahın beşinde, daha gün bile doğmadan cam bardakta içtiğim son çayın tadıyla yola koyulduk; erkenden. Tırmanmaya başlayacağımız dağın eteklerinde araçtan indik; “tüm saltanatınız buraya kadardı ”dedi hoca;” bundan sonra tamamen dağa ve doğaya teslimiz unutmayın” diyerek son uyarılarını da yaptı. Önümde aşılmayı bekleyen sıra sıra, kocaman dağlara şöyle bir baktım ve çantamı sırtıma aldığımda içimdeki o savaşçı ruhumun bana ( bu yükle bu dağlarda sekiz gün biter mi, yanlış bir karar mıydı buralara gelişin) diyen sesini duydum. Bir kaç yüz metre yürüdükten sonra karşılaştığım çiçek ve zengin bitki çeşitliliği, sağımdan solumdan çağlayarak akan dereler ve buz gibi sularıyla benden bir yudum su içmeden geçme diye haykıran pınarlar, ayaklarımın altına kadar inmiş bulut hareketliliği ve tepemde yükselen ılık güneş dedi ki kesinlikle doğru yerdeyim. Çantam ne kadar ağır olursa olsun bu güzellikleri görünce bundan sonra her ne varsa yaşanacak değecek diye düşünmeye başladım… Hocamın dediğine göre bunun adı ruhsal motivasyonmuş ve ancak yüzleşince gerçekleşiyor.
İlk kamp yerine varıncaya kadar her tırmanışın sonundaki aşıtın ardında hep kamp alanımızın olduğunu hayal ettim ve daha ilk günde her tırmanışın son tırmanış olmasını diledim. Çünkü parkurun bu denli zor olacağını tahmin etmeme rağmen bedensel olarak hiç hazırlanmamıştım. Spor yapmak bir kenara, yürüyüş bile yapmamıştım zamansızlıktan. Bu yola bütün takım büyük bir disiplin içinde hazırlanırken ben çok şeyi es geçtiğimi anladım geç de olsa; şimdi şikayet etme ve yakınma zamanı değil, başarma zamanı dedi içimdeki çılgın ses… İlk kamp alanımıza yol alırken gördüğüm manzara, soluduğum hava beni büyülemekten öte sarhoş etti, ilk başlarda geçtiğimiz dere ve göl sayısını itina ile takip ederken artık doğal güzelliğin büyüsünden sayıya ve isimlere takılmayı bırakıp sadece orada olmanın zevkini çıkarmaya bıraktım kendimi. Bu da ruhsal motivasyonun ikinci aşamasıymış hocamın dediğine göre.
3.050m rakımdaki ilk kamp yerimiz olan Ambarlı gölüne varınca, başarmış olmanın yorgunluğu ile çantayı sırtımdan atmamla birlikte omuzlarımda oluşan şiddetli ağrıyı hissetmemek imkânsızdı, ama bütün suç benimdi ki en önemli fiziksel hazırlığı unutmuştum, bu durum belli kas ağrıları yaşamama sebep oluyorsa yakınmak hakkım değil diyerek oluruna bıraktım her şeyi. Çadırlar kuruldu, yemek ekipleri bir araya gelip görevler paylaşıldı, yemek pişiren, bulaşık yıkama ya da su taşıma gibi görevlerde anladım ki dağlarda güven içinde yol alabilmenin ana kuralı sorunsuz işleyen bir makine örneği yani iyi bir takım olabilmekti. yemek pişirmek benim görevimdi, fakat beni yükseklik etkiledi baş ağrısı ve mide bulantısı beni halsiz düşürünce, kendime tekrar aynı soruyu sordum, (eğer hep böyle olacaksam, nasıl bitecek bu sekiz gün) sonradan öğrendim ki bu bir dizi önlem ile giderilebilen geçici bir süreçmiş. Kamp liderimiz, büyük bir jest yapıp bize sıcak çorba ve makarna yaptı. Yemekler yenildi, kısa günün değerlendirmesi yapıldı, sohbetler edildi, yarının programı açıklandı. Havanın kararması ile herkes çadırına uyumak için çekildi.
Daha öncede çadırda kaldım, ama hiç bir zaman ertesi gün kaygısı yaşamamıştım. Uyumam gerek ama uyuyamıyorum, yarın yol çok mu zor, hava nasıl olacak, mesafe beni çok zorlar mı, gibi zihnimi meşgul eden endişeli sorularla daldığım derin uykudan Zeynel hocamın günaydın sesiyle uyandım, saat daha beş; “haydi bakalım kalkın, yolumuz uzun, yağmura yakalanmadan yol almalıyız” demesi içimdeki acabaları biraz daha kabarttı. Ben normalde zor yürüyorum, yağmurda yürümek mi!.. Aman Allahım düşünmek bile ürkütücü. Alelacele ayak üstü Kahvaltılar yapıldı, çadırlar toplanıp on sekiz kiloluk sırt çantası bir gün önceden isyankar omuzlara yeniden yüklenerek yola koyulduk.
Hava şimdilik güzel güneşli, buralara gelmeden önce hep duyardım, Karadeniz çok yağmurlu olur diye, Masmavi gökten başımı çevirip bir süre sonra yeniden baktığımda gökyüzünde her an yağmaya hazır kara kara bulutları görmek mümkündü. Yol boyunca yine muhteşem göller ve nehirler geçtik; insan inanamıyor bu denli yüksek dağların arasında böylesine yemyeşil yaylalar, köpük köpük akan dereler masmavi denizi andıran güzellikteki buzul göllerini görmeye… nefesim sıkışsa da, nabzım yükselse de, ayak tabanlarım ağrısa da, her dere ya da gölün kıyısında verilen bir molada iyi ki buradayım demekten ve verdiği huzuru damarlarıma kadar çekmekten asla vazgeçmedim…
İkinci kamp yerimize doğru hareket ettiğimiz saatin üzerinden uzun bir süre geçmişti, 3.200m lere ulaşan yokuşlar bitip de 2.900m rakımdaki Tahpur yaylasına indiğimizde yayla sakinleriyle sohbet edip, ayak üstü ikram edilen keçi yoğurdu ve bir kova ayran önümüzdeki masaya konduğunda hepimizin yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. İmkanları kısıtlı olsa da yürekleri kocaman olan bu insanları tanımak için çok geç kalmıştım galiba. Buruk bir vedalaşmanın ardından yine yollara düştük; yaklaşık iki saat gibi bir sürenin ardından yine bir yokuşta ve iniş halindeydik ağır sırt çantalarımızın yükü altında yürürken küçük bir dikkatsizlik hepimiz için büyük sorun olabilirdi. Uzaktan bize doğru gelen bir kamyonet gördük, onu yakalayarak en azından çantalarımızı onlara vererek belli bir mesafeyi yüksüz yürümek konusunda hocaya rica ettik. Hayatım boyunca düşünsem bir kamyonet gördüğüme bu kadar sevineceğim aklımın ucuna gelmezdi. Ne büyük bir mutluluk ki kamyonete binerek yola koyulduk, bir sonraki hedefimiz yaylalardan birinde misafir olarak bekleniyorduk, hayalimde donatılmış bir masa ve sıcak bir çay vardı. Yaklaşık on beş yirmi dakikalık bir yolculuktan sonra bir yaylada indik, hayalimde beklendiğimiz yerdeyiz diye düşünüyordum ki, Zeynel hocamın “ Bu kadar sefa size yeter, yağmur yaklaşıyor, çantalarımızı takın, daha çok yolumuz var” diyen sesiyle bütün hayallerim uçtu gitti. “Hocam Nuri nin yaylasında yemek yiyecektik hani ?” sorusunun ardından gerçekleri öğrendim. Araçla devam ettiğimiz için ikinci kamp alanını es geçtik, bu bize bir gün ek zaman kazandıracak diyerek Baltaş yaylasını pas geçerek üçüncü günde yürümemiz gereken rotaya aynı gün içinde girdik. Kararı veren ekip liderimizin bir bildiği vardır diye düşündüm. “Şimdi biraz zorlanacaksınız belki, aynı gün içinde zor bir yürüyüş olacak ama üçüncü kamp yerine bugünden varmamız gerekiyor” diyen bilgilendirme motivasyonuma dip yaptırdı. “Bu durum bize bir gün kazandırdı, kazandığımız bu bir günü istediğimiz gibi ve istediğimiz zaman kullanabiliriz açıklaması” ile motivasyonumu canlı tutup yeniden tırmanmaya başladık. (...devam edecek )
Sibel Uyar Aktoprak