-
Patikatrek ile Aladağlar
Taş bağırlı dağların koynunda iki gece, iki gündüz süren muhteşem bir yolculuk; kimine göre şehir kaçamağı, bize göre kutsal
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Patikatrek ile Aladağlar
Patikatrek ile Aladağlar
Dağlar; adına türküler yakılan, kimine göre yol vermez, sarp yamaçları ve devasa duruşlarıyla ayrı kalmaların baş sorumlusu dağlar; kimi zaman da bağrında yaşayan bin bir türe ev sahipliği yapması ile barış ve huzurun hakim olduğu yaşanası yerler… Hangi pencereden baksak ki? Onları en iyi ifade edebilmek için. Anadolu coğrafyası, bulunduğu konum itibarıyla, onlarca dağ ve bir o kadar da dağ silsilesini barındıran jeolojik yapısıyla, günlük hayattan tutun da, sözlü ve yazılı Edebiyattan, kültür ve sanata kadar, bu topraklarda birçok alanda, en çok konuşulan objelerdir dağlar…
Bu kültürün hamuruyla yoğrulmuş insanlar olarak bizim de dağlardan uzak durmamız pek mümkün görünmüyor; hayatımızın her aşamasında onlarla kurduğumuz bu ilişki bambaşka bir araştırma konusu olabilir belki; kim bilir.
Dağlarla aramızda oluşan bu duygusal yakınlık sebebiyle, onlardan uzak kalmamak ve sıklıkla gidip gelmenin bir bahanesi olsun, geri planda yatan asıl sebebi belki de saklaması nedeniyle, spor amaçlı bir yakıştırmayla adına “Dağcılık” dediğimiz bir uğraşı da icat ettik sonunda; şahsi görüşümdür, kimseyi bağlamaz…
Demem o ki; bizim dağlara bakışımız, onlarla kurduğumuz ilişki ve gidiş gelişlerimizin özünde herkesinkinden farklı sebepler saklıdır. Sözün özü; ne, üç beş günlük şehir kaçamağıdır derdimiz, ne de onu fethetme egosudur doruklarına çıkma sebebimiz; bizimkisi kutsal bir yolculuktur, büyük bir huşu içinde (büyük ve yüce olana boyun eğiş) gerçekleşen, sevgiyle birlikte saygıyı da içinde barındıran… Hani cami duvarına işenmez derler ya, bizde de kutsal olana zarar verme korkusu yaşanır dağlara gidip geldikçe; ayak izlerimizden başka bir şey bırakmaz fotoğrafından başka bir şey kopartıp almayız ondan…
Ana kucağından sonra gelir bize dağlar; taş bağırlı olsalar da, gül memelerin süt kokusuyla karışık kekik kokularının sarhoşluğudur bizi çileden çıkartan…
Bu sayfa kurulduğu günden itibaren hep bu felsefeyle bakar dağlara; o sebeple, sayfanın kurucuları da müdavimleri de hep aynı öğretinin rahle-i tedrisinden geçerek yaşar ve yaşatırlar dağları… Dağlara gitmek fikri ortaya çıktığı andan itibaren de hummalı bir hazırlık evresi başlar bu dergâhta. Düğüne gider gibi mutlu, yeni okula giden bir çocuğun heyecanı gibi masum…
Anadolu coğrafyasının İç ve Güney-Doğu istikametinde birbirinden heybetli doruklarıyla uzanan Aladağlar, Dağcılığa yeni başlayanların ilk mektebidir… İşte biz de, Eylül ayının ikinci yarısında, mevsim kışa dönmeden ilk mektebe başlayan bir grup yol arkadaşımızla birlikte yola çıkarak kapısını çaldık, birbirine yaslanmış bu ulu dorukların…
İlk mektep öğrencilerinin okula nasıl gitmeleri gerektiğini bilmemeleri çok doğal; o yüzden bir bilen ya da anne baba hazırlar onları ve yön verirler bu masum heyecana… Bizimkisi de öyle oldu; günler önceden başlayan hazırlıklar, hazırlıklar… “Dağ, en iyi Öğretmendir” deriz ya hep; kendisine nasıl gelinmesi gerektiğini eğer yaşayarak öğrenmeye çalışırsanız size acıtan dersler verir çoğu zaman; bu hep böyle oldu. Acıyı en aza indirgeme ve en az hissedilir olmasını sağlama adına da çırpınıp durursunuz çoğu zaman… Dağ, bu işte; çoğu zaman sizi almaz koynuna, sevmediği veya sizi istemediğinden değil,size zarar gelmesini arzu etmediğindendir; ki, anlamak gerek…
Sabahın ilk ışıklarında, Konya ovasının uzayıp giden bozkırlarında uyku vurgunu gözlerle, bir kez daha izledik güneşin doğuşunu ve bu düz ovada birden bire yükselen devasa duruşuyla ilk, Hasan Dağı "günaydın" diyerek karşıladı dağ tutkunlarını; sanki “bana da uğramadan geçmeyin” der gibi…
Işıklı bir Niğde sabahında, ilk gittiğimiz o meşhur çorbacıda bulduk yine kendimizi; lakin bu kez damakta da cüzdanlarımızda da acı bir iz bıraktı, hizmet kalitesiyle… Not ettik… İki günlük Kamp için son alışverişler dolu, dolu yapıldı. İçimde yine o sinsi gülümseme, anladınız siz, niye… "Kamp alanına en yakın Çoban yine yaşadı" dedi o muzır ses…
Askerliğinden beri yakından tanıyıp, o günden beri de takip ettiğim Çukurbağ köyünün en delikanlısı, sevgili Mehmet Şenol bu kez bizi Dağ evinde karşıladı... Sırt çantaları Traktöre yerleştirildi ve Aladağların koynuna doğru kimi zaman bol kahkahalı, kimi zaman şaşkın bakışlı ve bol sarsıntılı bir yolculuk başladı… Aladağların o bildik ulu dorukları görünmez olup yüzünü sakladı bu kez, yeni misafirlerinden. Hani hep benzetiriz ya dağları, "ilk gördüğüne peçesini kapatıp yüzünü gizleyen nazlı bir güzeldir onlar" diye… Aladağların güzellerinin hepsi de peçe çekmişti sanki o sabah yüzlerine ve uzunca bir süre saklandılar; neyse ki bu nazlanma uzun sürmedi de tanıştılar bizim çocuklarla…
Çadırlar kuruldu alelacele; yemeler içmeler, çaylar kahveler eşliğinde doyumsuz bir seyir manzarası oluştu öğleden sonra. Geceyi rahat geçirmek ve ertesi gün gerçekleşecek zirve tırmanışının başarısı için dokunmak gerek taş bağırlı yamaçlara diyerek kamp alanından ayrılıp Narpuz boğazından dağa girişle, yorgun ayakları biraz açalım, biraz da Pandemi sebebiyle zorunlu tembelleşmiş bedenleri uyandıralım istedik… Ve daha orada “Sen, sen, sen gelme “ dedi dağ; söz dinleyip baş eğmekten başka çare mi var… Üzgün ve kırgın olsak da uyduk bu emre…
Güneş, dağların doruklarını aydınlatıyor olsa da, vadilerden erken ayrılır ve karanlık erken düşer dağların kuytularına; serin dağ rüzgârları eşliğinde, için titrer ama sen, inatla girmezsin çadıra. Saçlarına düşen çiğ taneleriyle farkında olmadığın bir ıslaklık sarar her yanını da döner durursun uyku tulumu içinde ısınmak için… Ne dağın soğuğunda ne de seni sarıp sarmalayan uyku tulumundadır kabahat, kusurun sende olduğunu anlayıncaya kadar sabah oluverir… Ama dağı dinleyip de uyarılarını dikkate alanlar, gecenin saatüçünde, saman yolunun etrafında toplanmış yıldız kümelerine benzeyen ışıl, ışıl gözleriyle toplanıverirler yanınızda; kutsal yolculuk için hepimiz hazırız; hazırız da birçoğumuz bilmez ne yana gideceğiz; bu karanlıkta, daha da bir devasa görünen "bu ulu doruklara nasıl ulaşacağız" diyen sorular uçuşur havada. Toprağa değen ilk baton sesiyle girilir patikaya; bir zincirin halkaları gibi dizi, dizi… "Zincirin gücü, içindeki en zayıf halkanın gücü kadardır" der ya hani usta… Bizim usta da bilir, kendi zincirindeki zayıf halkayı ve sürekli gözleri ve tüm beş duyusuyla kontrol eder o halkayı; hem ekip, hem de halkanın emniyeti için…
Gecenin sessizliğini patikadaki taşlara birbiri ardına değerek bozan batonların ritmini takip eder usta, en uygun tempoyu tutturmak adına… iki yıllık zorunlu ayrılık ve uzun gece yolculuklarından sonra yorgun düşmüş bedenleri ne kadar taşımaya çalışsa da ayaklar, gözler hem karanlık hem de uykudan sarhoş; uyum ve ritim tutturmak zor… Alışık olmayan kaslarda ise alarm zilleri çalıyor; Pandemi korkusundan ürkekleşmiş ciğerler nefes nefese, kalp ise çırpınıp durur, içinden çıkılmaz bir şaşkınlıkla, “neler oluyor kardeşim” dercesine… Tam da o anda, “mola” der bir ses; mola, nefes al, su iç… Emirler birbiri ardına… Karayalak vadisini sarıp sarmalayan dik duvarlara yaslanan terli bedenlere, Kızılkaya’dan aşağı inen kar soğuğunun çarpmasıyla birlikte “üşüyoruz hocam…” seslerine, günün ilk ışıklarında ötmeye başlayan Urkekliklerinin sesi de karışınca dinlemek bahanesiyle biraz daha soluklanıyor ekip… Kısa kısa verilen molalarla, hem tırmanış temposunu tutturmak hem de ekibin üşümesini önlemek zor gibi; çok yavaş da olsa yürümek ve yol almak gerek, bir süre sonra “güneş doğsa artık " demeye başlıyorsunuz…
Peki, güneş doğsa çok mu iyi olur; hem iyi hem kötü. İyi; çünkü güneş, gecenin kör karanlığında tedirgin yürümek ve sabahın ayazından korunmak demek ancak aynı zamanda yüksek UV ve aşırı sıvı kaybı da ikramiyesi; yanında gelen….Yükseldikçe sıklaşan nefes, ayaklar ve kalp ritmi arasındaki dengeyi hala tutturamadıysanız işiniz zor; öyle de oluyor ve ilk kopma gerçekleşiyor 2.900m’lerde; zorunlu mola.
Ekip artık ikiye bölünmüş durumda ve akılda deli deli sorular çılgın bir at misali koşturup durur o köşeden bu köşeye… Gerekli emniyet tedbirleri alınıp uyarılar yapılarak ayrılıyoruz; bizden bir saat önce çıkan başka bir grup vardı, onlara yetiştik yetişecek gibiyiz; hızlı mı tırmandık ne? Psikolojik baskı unsuru olmasın diyerek yavaşlıyoruz, sıvı ve enerji alma molası; ama o ekip de yürümüyor, belli ki onlar da çok yorgun düşmüşler… Kolay mı aynı gün içinde 1.600m rakım yükselmek. Dört saatlik bir zaman geride kaldı ve henüz 3.000m sınırındayız; hala tırmanılması gereken bir 700m rakım var ki zirveye tahmini varış saatimizi 11.00 olarak belirlesek de tahminler alt üst… Küçük küçük molalarla önümüzde tırmanan ekibe de baskı oluşturmamak adına saat 12.00 de 3.723m lik Embler zirvesindeyiz… Hava çok güzel, ayaklarımızın altında göz alabildiğine uzanan muhteşem bir manzara; bana tanıdık. Ve 8 yıl aradan sonra yeniden merhaba Embler diyoruz… Zirve keyfimizi yemek, çay ve kahve molasıyla taçlandırarak kendimizi ödüllendiriyoruz… İnişimiz nispeten daha kolay; riskli bölgelerde yavaş, rahat alanlarda ise hızlı bir tempo ile sabah ayrıldığımız ekibimizin birinci koluna saat 14.15 de "merhaba biz geldik" diyoruz… Keyiflerinin yerinde olduğunu görmek içimizi rahatlatıyor ve takım halinde kampa doğru alçalmaya başlıyoruz; farklı iniş tekniklerini test ederek…
Toplam da gidiş-dönüş 13 saat süren bir yürüyüş ile kamptayız… Mehmet çayı demlemiş, şifa niyetine…
Ertesi gün uzun bir gündüz yolculuğu bizi bekliyor… Keyifli ve başarılı sayılacak bir etkinliği daha sorunsuz tamamlamanın huzuru ile doluyuz; etkinlik henüz sona ermemiş olsa da… “Kim bilir bir daha ne zaman” diyen bakışlar eşliğinde sırtımızı Aladağların ulu doruklarına dönüp, yönümüzü eve doğru çevirdik bile göz açıp kapayıncaya… Yeni gelenler var; dağın yeni misafirleri… Nöbeti onlara devredip usulca kayıp uzaklaşıyoruz dağlardan; atının üstünde, ufukta kaybolan o meşhur kovboy misali…
Çıkarılacak dersler
- Hazırlıksız dağa gitme
- Uzun yolculukların ardından bir de dağa gitmeye kalkma bırak vücudun dinlensin
- Dağa boyun eğ, büyüklüğü ve yüceliğini kabullen; ne inatlaş ne de yarış etmeye kalkma
- Daha dağa girmeden haftalar öncesinde düzenli beslen, uykuna dikkat et, aşırı spor yapma alkolden uzak dur.
Bunlardan çok daha fazlası bu sayfanın içindeki diğer sayfalarında mevcut; vakit buldukça onlara da göz at ve oku; okuyacaklarının hepsi de dağlarla, neredeyse 40 yıllık bir ilişkinin imbiğinden süzülerek ve bizzat yaşayarak test edilip doğrulandı…