-
Ketendere diye bir Köy
Milas'ın meşhur Köylerinin henüz Çomakdağ adını almadığı yıllardan bir gezi notu
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Ketendere diye bir Köy
Ketendere diye bir Köy
Turizmin nimetlerinden en çok yararlanan Muğla’nın bir köyündeyiz. İlgi odağı olmamış, tanınmamış belki de tanıtılmamış,fakat Anadolu’nun bağrındaki birçok köy gibi kendine özgü. Kendine özgü olması ise coğrafi konumu ya da turizm merkezi olması nedeni ile değil. Evleri ve insanları, bu köyü kendine özgü yapan. Coğrafi konumuna bakarsanız Çomakdağ Köyleri olarak bilinen üç köyden biri. Yaşamlar bildik köy yaşamı. Farklı olan yaşayanlar ve bu yaşayanların içinde yaşadıkları evler. Köy yolları toprak, evlerin duvarlarındaki taşlar hemen hemen toprakla aynı renk ama evler gerçekten farklı. İnce bir taş işçiliği var, taşların arasına sıralanmış kiremit parçaları, bacaların altında yer alan cumba benzeri ocak çıkıntısı, kapılardaki ve pencerelerdeki ahşap işçiliği ve boyamalar fark yaratıyor.
Yazıya “Evler ve Eller” başlığını seçmemin nedeni de bu zaten. Bu evler varsa yapan eller de olmalı, var da zaten. 1956’ dan bu yana evlere taşları, kiremitleri inci gibi döşeyen; ağaçlardan keresteyi, bu keresteden evlerin doğramalarını yapan boyayan eller bu köyde yaşıyor.
Köyün adı Ketendere. Yaşayan ellerin sahibi de İbrahim Aydoğdu. Yani İbrahim amcamız. Bayram ve yılbaşı tatilinden yararlanarak düşmüştük yola ve bu yolu Ketendere köyüne de düşürdük. İbrahim amca bir taşa oturmuş kurban kesilmesi izliyordu yanına vardığımızda. Zeynel Hocamız yaklaşınca bastonundan güç alıp doğruldu. Yüzüne bir sevinç geldi oturdu. İlk anda anımsayamadı belki de ama farketmezdi onun için; kucakladı önce Zeynel Hocamızı, sonra tek tek hepimizi.
Doluştuk odaya. Kendisi minderleri bize bırakıp kapı önündeki kilim üzerine bağdaş kurmak istedi. Minderin üzerine zorla oturtabildik. Bize evlerin ve onları yapan ellerin kısa bir öyküsünü anlattı. Zaman zaman bu işleri yapan ellerini haklı bir gururla göstererek. Belki de yaşayan son usta olarak ve de biraz hüzünlenerek gençlere bu işlerin zor geldiğini, işin kolayına kaçarak elektrikli makinalar kullandıklarını ve bu zenaata ilgi duymadıklarını anlattı.Konuşması süresince bizlerden birisi ayakta ise hemen davranıp yerini ona vermeye çalıştı. “Yorgunsunuzdur, yukarıyı açtık yerimiz var yatmak isteyen yatsın” diyerek sürekli bizi rahat ettirmeye çalıştı. Sobaya odunlar atıldı, evin gelini ocağın başına geçti. Bir telaş rüzgarı esmeye başladı evin içinde. Tüm düşünceleri bizi en iyi şekilde ağırlayabilmek. Kış mevsiminde yiyebileceğiniz en lezzetli domatesten salatalar yapıldı.
Sofra bezi serildi nihale konuldu. Kurban etlerinden kavurma yapılmaya başlandı.
İbrahim Amca herkesi sofra başına topladı, sofraya ekmek, su, kavurma salata getirilmesi için sürekli seslenmeye başladı. Aslında seslenmesine gerek yok, çünkü evin küçük kızı zaten arı gibi çalışıyor. İbrahım Amca, kenarda bağdaş kurmuş, biz yedikçe o doyuyor. Yüzündeki mutluluk ifadesi bizi tam ağırlayamama korkusu ile karşmış durumda, sofradan kenara çekilen birisi olunca hemen endişeleniyor.
Yemek sonrası ikramlar bitmiyor. Cepkeninin cebinden özenle sakladığı hacı yağı şişesini uzatıyor. Gitmekten söz ettiğimizde hüzünle karışık bir kızgınlık kaplıyor İbrahim amcanın yüzünü ve diyor ki:“Sabah kalktığımda hissetmiştim bugün birşeyler olacağını, siz geldiniz sizleri gönderdi Allah bana. Beni çok Sevindirdiniz, ama böyle kısacık olmaz, kapıyı kilitler salmam sizi” İbrahim amcayı zor ikna ediyoruz. İlk baharda köy düğününe geleceğimizi söylüyoruz seviniyor ve ondan sonra bırakıyor bizi.
Yaptıkları evler depremde binlerce cana mal olduğu halde lüks içinde yaşayan müteahhit, mühendis, mimar ve ustaları düşününce, yaptığı evler 50 yıldır dimdik ayakta duran İbrahim Amcanın yamanmış pantolonu bana çok şerefli geldi. Ömrün, yaptığın o güzel evlerin renkleri gibi güzel ve renkli,bir o kadar uzun olsun İbrahim Amca. Çok yaşa...
Serhat BALCIOGLU
Ocak 2007