-
Karadeniz Yayla Göçü Fotoğraf kampı 4
Yayla ve yaylacılık yaşamının geleneksel olarak sürdürüldüğü yerlerde bu kültürün izlerini sürmeye devam ediyoruz
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Karadeniz Yayla Göçü Fotoğraf kampı 4
Karadeniz Yayla Göçü Fotoğraf kampı 4
Sabah saat 05.00; güneş erken iniyor Kaçkarlardaki yayla evleri üzerine… Ve yaşam şehirden çok daha önce başlıyor yaylalarda… Bugün de erken uyandık; yayla evinden dönüşme ahşap küçük pansiyonumuzda her zamankinden farklı bir hareketlilik var , çünkü üç günlük misafirliğimizin sonuna geldik artık ve bu sabah yolculuk var. Odalar boşaltılıyor; odalardan kahvaltı salonu niyetine kullandığımız terasa giderken içinden geçtiğimiz minik mutfakta yanmakta olan kuzine sobasının üzerinde kaynayan tencereden mis gibi süt kokusu geliyor…
Kahvaltımız hazır gibi, Oral sakatlığı, kızlar yürümek istemedikleri, Metin ağabey de ekibe ağabeylik yapmak istediği için yürüyüş ekibinde değiller; onlar eşyalarımızla birlikte servis aracında yol alacaklar bugün. Yürüyüş grubunda ise Ben, Erol ağabey, zayıf ve şişmanıyla her iki Levent, İki bacanak Süha ve Işık, Dr Ayşen, Nezahat abla ve Necmi varız… Akşamdan ilan ettiğimiz gibi saat 06.00 ayrıldık pansiyondan, geride bıraktıklarımızla vedalaşıp, son kez göz gezdirerek çevrede “Kim bilir belki bir daha, ne zaman?” duyguları içinde, kırağı düşmüş çimenlere basar basmaz ıslanan ayaklarımızla, güneş yüzümüze değmeden rotaya girdik…
Koç düzü yaylasının güneyinde yükselen dere yatağı kıyısında yol alarak 2.700m lik boyunda yer alan geçite varışımız bir saat yirmi dakika sürdü ki, bir önceki gün tayin ettiğim zaman diliminden 10-15 dakika erken geldik; bu da mola ve fotoğraf ödülü olarak ekibe yansıtıldı, anında… 2.300 m'lerde, gerimizde bıraktığımız Koçdüzü yaylası sis denizi içinde belli belirsiz görünmekte, bulunduğumuz yükseklikte ise pırıl, pırıl bir güneş var; bundan sonra yürüyeceğimiz patika vadi yamacından Altıparmaklara kadar açık ve muhteşem bir manzaraya hakim durumdayız… Mola süresini biraz daha uzattık… Bir gün önce göz gözü görmeyen yoğun bir sis içinde yaptığım keşif esnasında işaretlediğim patikaya girdik,şen kahkahalar ve deklanşör sesleri arasında… Yamacı boydan boya kaplayan Rhododendron’lar rengarenk çiçeklerini çoktan dökmüşler ancak onlardan ayrı kalan çayırlar arasında bambaşka bir renk dünyası hakim, yüzlerce tür çiçeğin oluşturduğu… Küçük fırsatlar yaratarak verdiğimiz molalarda kendimizi çok fazla yormadan aldığımız fotoğraflarla yetinerek yol almaya devam ediyoruz; vadi tabanını kaplayarak nerdeyse ayaklarımızın altına kadar gelip geri dönen sis dalgaları öğleden sonrası için iyi işaretler değil, her an yağışlı bir havanın içinde kalma olasılığımız hep var Karadeniz’de…
Patikanın 2.800m lere ulaştığı yamaçta sis denizini yırtarak karşımıza çıkan Altıparmak dağlarının devasa dorukları heyecan katsayımızı bir hayli yükseltti; yine fotoğraf molası… Avusor-Ayder, Barhal –Yusufeli, Golezana-Ambar gölleri geçiş kavşağı olan tam bu noktada, çocukluğunu bu dağlarda çobanlık yaparak geçirmiş ama daha sonra buradaki yaşam alanını dağı aşarak geçenlere lojistik destek üssü olarak kullanan akıllı bir girişimcilik örneği sergileyen Mustafa ve ailesinin masallardaki dağ evlerini anımsatan evleri var… Bize de öğle yemeği, çay ve soğuk meşrubat desteği verdi ki yorulan ekibin moral motivasyonu bir anda geri geldi. Altıparmakların gölgesinde, sisler arasından yüzünü bir gösterip bir kaybolan ılık bir güneş altında Alpin çayırları üzerine uzanarak günün keyfini sürmek ve öğle yemekleri sonrasında içilen çayın tadı bende hala saklı; sizi bilmem…
Bulunduğumuz yerin güney-batı yönünde 2.950m lerdeki Avusor geçidinde bir hareketlilik var; kalabalık bir grup bu yöne doğru gelmekte ancak gruptan geri kalan iki siluet daha var ki onlarda bizi geçitte bekleyen bir sonraki konaklama tesisimizin rehberleri olsa gerek.Batıda Avusor vadisini aşarak gelen sis artık kalkın diyor bize ve bu kadar keyif yeter diyerek kalktık; son bir 100m rakım daha tırmanarak Avusor geçidine geldiğimizde bekleyen silüetlerin tahmin ettiğim gibi Rehberimiz Reşit,küçük oğlu ve beraberlerindeki sevimli köpekleri boncuk olduğunu gördük…O andan itibaren yine yoğun bir sis denizi içinde kalıverdik… Karadeniz burası,özellikle denize bakan Kuzey yamaçlarında saat 12.00 den sonra yoğun sis ve yağmurla karşılaşmamak sürpriz olur. Avusor yaylasının tabanında, en üst noktada dere kıyısındaki şirin pansiyonumuzu da sevgili Reşit Kesici ve ailesi işletiyor. İki günlük misafirliğimiz esnasında bize unutulmaz tatlar sunan bu sevimli ailenin tüm üyelerine bir kez daha teşekkürlerimizi yolluyorum buradan… Burada kaldığımız iki gün içinde sabah saatleri hariç sis hiç açılmadı ve Kemerli Kaçkar eteğindeki büyük Göle yaptığımız yürüyüş anında manzaraya doyarız dedik fakat şansımız pek yaver gitmedi. Ancak yine de şanslıydık ve hiç ıslanmadan geziyi tamamladık…
Avusor yaylası ve sonrasında uğradığımız Yukarı kavron yaylası ziyaretimiz yılların dostu Apo dayıyı bir ziyaret gibi oldu, orada olup bitenleri anlatılası görmüyorum artık; bir de Karadeniz’in yaylalıktan çıkmış yaylası Ayder’de yaşadıklarımızı tabi… Oralar artık yayla vasfını çoktan kaybetmiş, Ege ve Akdeniz kıyı kalabalıklarının yeşil bir versiyonu sadece… Anadolu coğrafyasının yüksek platolarını kaplayan yaylaklarda yaylaların gerçek sahipleri yok artık; çığlık çığlığa koşan yayla çocukları da; çünkü onlar da yerlerini şehirdaşlarına bırakmış çoktan…
Yıllar önce, Anadolu’da bir yaylada bıraktığım çocukluğumu arama serüvenim de, sanırım bu etkinlikle birlikte bitti artık diyebilirim…
Bugün yaylalarını ve yayla yaşamını terk eden her yaylacının kararında biz şehir kaçkınlarının da payı var; eğer yayla yaşamı ile ilk kez tanıştığımız zamanlarda, en doğal halleri ile yaşamını sürdürme çabası içinde olan yaylacılara, yöreyle, insanla ve iklimle en ufak bir uyum göstermeyen uçuk fikirlerimizi onlara söylemek yerine kendimize saklamasını bilebilsek,onların yaşam çizgilerine müdahale etmek ukelalığı yerine o an sadece orda bulunmanın keyfini sürebilseydik bugün o insanları üretmekten uzak, başı sonu belli olmayan bir yaşamın içine atmamış olacaktık...
Bugün, ülkemizde adı bilinen yüzlerce yayla, bir zamanlar Anadolu İnsanının üretim üssü iken, artık şehir kaçkınlarının yaz kaçamaklarına ev sahipliği yaptığını görünce aklımdan geçenleri yazmadan edemedim...
Modern çağda artık unutulan ve bir biri ardına kaybettiğimiz değerlerimiz arasındaki yerini alan gerçek Anadolu Yaylalarına ve yaylacılarına selam olsun…