-
Kaçkarların öte yüzü
Kutsal bir tapınma alanı gibi her yönden bizi içine çekmeye devam ediyor Kaçkar Dağları; onun öteki yüzüyle de tanıştık sonunda
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Kaçkarların öte yüzü
Kaçkarların öte yüzü
Saat 03.30; sıcak başlayan bir İzmir gecesinin ortasına uzanan, kısa süreli bir uykuda bile terden sırılsıklam olmuş yastıktan ayrılma zamanı... İzmir'den Iğdır'a ulaşan kuş uçuşu 1.550 km lik bir gökyüzü yolculuğuna ilk adım; akşamdan hazırlanıp kapının önünde hazır bekleyen sırt çantası ile yatak arasındaki kısa yolculuk hep bilinen türden şeyleri içerdiği için kıymeti harbiyesi yok fazlaca; uykulu gözleri soğuk suyla buluşturup dişlerin fırçalanması gibi sıradan bildik işler önceden proglanmış gibi, rutin akışı içinde devam ederken sol yanımdan gelen “– Doğal gazı kapat, suyun ana vanasını da unutma...” türünden hepinizin bildiği sıradan bir diyalogla usulca kapanır perde.
Apartman kapısından sessizce süzülerek deniz kıyısındaki otobüs durağına kadar kısa süreli, sırt çantalı bir yolculuk; sokaklar ve gece hep aynı ıssızlığın koynunda, derin uykudaki bir bebek kadar güzel; uzaktan uzağa geceyi tamamlama derdindeki Kordon barlarından fırlayıp evin yolunu bulmaya çalışan hoyrat kahkahaların bile umurunda olmayacak kadar güzel hem de...”Hay Allah gecenin bu saatini daha mı sık yaşasam acaba “diyen çılgın düşünceler, otobüs durağına zamanında yetişmek için koşturan sol yanımın yeni ayakkabıları gibi pür telaş,zihnimde koşar adım...işte durak göründü; sahilde birkaç Temmuz sıcağı kaçkını, birkaç da balıkçı; denizden esen ılık ve nemli rüzgar dışında kimseler yok ortalarda, haa!.. bir de denize ulaşmaya çalışan yıldızları saymazsak gece sakin ve kimsesiz, bizi Havalimanına götürecek 202 den de ses seda yok görünürde; durakta bekliyoruz... Bekleyişler uzun olmasın dileklerimizle ulaştık Havalimanına, evde yapılmayan kahvaltı boyoz simit çay eşliğinde alanda yapılırken yol arkadaşlarımız da gelir oldu birbiri ardına gülen yüzler ile... Yeni yolların heyacanı saklı hepsinin gözlerinde...
Uçağımızın Iğdır havalimanına iniş için alçalış anonsuyla dinlendirmek amaçlı yumduğum gözlerimi araladım. Sarıya çalan bir bozkıra can suyu taşıdığı belli olan Aras nehrinin yarattığı yeşil bir vaha ve uzaklarda karlı doruğuyla masallara konu olan Ağrı dağı ilk gördüklerim oldu. Nedense tam da o esnada “Iğdırın al elması...” diye başlayan türkü dolandı dilime...ilk kez gördüğüm Doğunun bu en taze ilinin seyyah ruhumla kurduğu bu duygu köprüsünden geçmeyi başka bir anlatıya bırakalım isterseniz...Alana günlük olarak inen tek uçağın yolcuları olmanın avantajıyla valizlerimiz de kaybolmadan kısa süre içinde alandan dışarıya adım atıverdik...Sevdakar servis aracının başında kapıları açmış bizi bekler...Aman Allahım bu ne sıcak; termometreler 36 'C yi gösterse de yakıcı bir güneş altındayız, Ağrının doruklarından esmesini beklediğim serin rüzgarların gelmesi sanırım geceyi bekler; bekler de onu bekleyecek zaman yok biz de... Doğunun gizemli mistik yüzünü yansıtan İshakpaşa Sarayını fotoğraflama arzumuz maalesef şoförümüz Sevdakar'ın ısrarlı uyarılarından sebep başka bir bahara ertelendi...Duyduk ki yurdumda yine eller tetiğe değmiş, yine kan kokusu dolaşır olmuş mavi gökte...Aralıklı çatışmalardan sebep kesilen yollarda güvenlik sorunu var dedik ve döndük yönümüzü Kars'ın yeşilden sarıya dönen yüksek yaylalarına doğru...
Kars'ın Digor ilçesi etrafındaki yaylaklarla ilgili söylenenlere aldırış etmeden mola dedik tarlasında klasik usullerde biçilen otları toplayan bir aileyi gördüğümüz anda; ön yargılarınızdan arınarak ve gönül gözüyle bakmazsanız, yaşadığı coğrafyanın koşullarına göre şekillenmiş yüz hatlarında saklanmış insansı duyguları görmeniz zor, hatta imkansızlaşır size hoş geldiniz diye bakan gözlerde. Her şeye ve eli kirli siyaset mekanizmasının her türlü çabasına rağmen yine de güzeldir yurdum insanı; Ege ve Karadeniz’inde, Akdeniz’inde, doğusu ve batısı hatta 2.100 m rakımdaki Digor'lu canıyla hep sıcak, hep içten bir gülümseyişin arkasına saklanmış biraz merak, biraz da endişeyle ve belli belirsiz bir korkuyla karışık bakar hepsi ilk gördüklerine. Samimiyet ve içtenliğinizin dağıttığı tüm endişelerden arınır arınmaz da nasırlı eller arasında ikram edilip, aynı kaptan yudumlanmayı bekleyen bir tas ayran ya da bir bardak çay bulursunuz önünüzde...Bu kez de öyle geldi davet, akşamın o saatinde derlenip toplanmasına az kalmış onca işi bırakıp 3 km ötedeki eve kadar gitmek uğruna...İş kaybı yaşanmasın, alın teri ve emeğinden çalınmış zamanları hoyratça harcamayalım diye nazikçe geri çevirdik; geri çevrilen nazik davetten anlam çıkartılması korkusuyla gönül alma gayretleri içinde...
Başka bir zamanın içine öteleyerek umutları, iyi dilekleri vedalaştık; Digorlu çiftçi ailesi ve sevimli torunlarının fotoğraflarını alıp aramızda köprü, anı kalsın diyerek yeni baştan düştük yollara.. Kars-Ardahan arasında güneşi hüzünlü bir vedayla uğurlarken o da bize cömert davranıp yağmur yolladı;Ardahan yaylalarından Saharaya varma saatinde...Yağmurla gelen serin bir Karadeniz akşamında Laşet deresi kıyısındaki şirin pansiyonumuza yerleşip akşam yemeği için bir araya geldiğimizde yolculuğun tüm yorgunluğu gözlerimizdeydi...erken ayrıldık masadan...
Uzun yolculukların ilk günlerinde hep yüksek olan motivasyon ve pozitif enerjinin etkisiyle hepimiz erkenden kalkmışız ki sanırım en geç uyanan bendim; konakladığımız küçük şirin ahşap evin balkonundan dışarı baktığımda ellerinde makineler ile Kocabeyin tarlalarında kelebek kovalayan bizimkileri gördüm... Güne nasıl başlarsan öyle bitermiş diyerek Laşetin nefis mutfağı Hülya hanım ve çalışanların el emeği ürünlerle bezenmiş harika bir kahvaltı masası keyfimize keyif kattı…
İkinci günde amacımız hem çevreyi tanımak amaçlı hafif bir gezinti yapmak hem de etrafımızı sarıp sarmalayıp başımızı döndüren güzellikleri elden geldiğince fotoğraflayarak depolamak olacak; deniz seviyesinden gelen herkesin kademeli şekilde yüksek rakıma uyum ve motivasyonları sağlayıcı hareket etmek olunca rahat bir gün yaşadık… Kirazlı, Koyunlu yaylası, Karagöl, Kocabey yaylası ve Sahara Milli Parkı olmak üzere geniş bir coğrafyada dolandık durduk…O yüksekliğe rağmen sıcak bir hava ve güneşin yakıcı etkisi gelecek günler için yağmur belirtisiydi ki beklediğimiz yağmur iyi bir zamanlama ile bizi Olgunlar yaylasında karşıladı… Günü keyifli bir yürüyüşle laşet deresinde sonlandırdık…
Üçüncü gün, daha önce ve yol iz olmayan bir dönemde, sadece bir kez gittiğim Karçallara doğru çevirdik yüzümüzü. Lekoban vadisine ilk kez girip Karçallara doğru yükselmeye başladık servis aracımızla; servis aracı dediğime bakmayın ona değinmek yol hikâyemizi anlatmak ayrı bir yazının konusu olur; yürümeye alışık olan ve yürüyerek gidilen yollarda kendini daha güvende hisseden ayaklara böyle bir yolculuk yaptırmak yapılabilecek en güzel işkenceydi bence, lakin zaman planlaması maalesef bunu gerektiriyordu artık. Orman dokusu içinden çıkıncaya kadar bir kaç kez durup yol güzergahının doğruluğunu kontrol etmek az da olsa gerginlik yarattı ben de; ta ki Lekoban yaylasının belli belirsiz bacaları tüten evlerini görünceye kadar. Yaylaya ulaşan stabilize yol ancak belli standartlara sahip araçlarla yolcu taşımacılığına uygun; ısrarla aracımızın yaylaya kadar gelebileceğini söyleyen şirin pansiyonumuzun sahibi sevgili Yusuf’u yad ederek 20 Km lik yayla yolunu neredeyse 4 saati bulan bir zaman içinde tamamlayarak saat 14.30 da ulaştık hedefe. Oda dağılımları ve yerleşme pansiyonumuzun şirin sahibesi Songül Hanım ve yardımcılarının soba ateşinde demlenmiş çaylarını etrafımızı çevreleyen dağlara bakarak büyük bir keyifle içtik. Beni tanıyanlar bilir etrafımı sarıp sarmalayan dağları daha önce hiç görmediysem olabildiğince kısa sürede en hakim tepeye varıp çevremi sarıp sarmalayan coğrafyayı keşfetmek isteğim baskındır. Aynı duyguları yaşadığını bildiğim Recep ağabeyimle göz göze gelip gönül diliyle konuşup anlaşarak haydi gidiyoruz dedik; nereye diye soran şaşkın bakışlar arasında… Bize söylenen ve yaklaşık 3 saatlik bir varış noktası belirleyerek saat 15.00 de başladığımız yürüyüşe ilk günlerin enerjisi ve motivasyonuyla tüm takım eksiksiz katıldı…İyi bir antrenman olacaktı; bakmayın siz 3 saat denilmesine; ben, gidiş geliş olarak toplam 4 saatlik bir zaman planlayarak umduğumuz ve düşündüğümüz gibi bir zamanlamayla gerçekleşti yürüyüşümüz ve pansiyona döndüğümüzde saat 19.30 idi yani akşam yemeği vakti…
Takım üyesi arkadaşlarıma yapmış olduğumuz bu ani yükleme ve onların ayrı ayrı hepsinin gösterdiği başarılı performansı bana gelecek günler için ince ipuçları verdi. Her şey tam planladığım ve beklediğim gibi gittiği zamanlarda oldukça keyifli olurum; buna bir de Songül hanımın kendi el hüneriyle hazırladığı yöresel yemeklerden oluşan soframızı da eklersek beklenti katsayımızın üzerine çıktığımızı söyleyebilirim; çekincesiz… Yıldızlı bir Gökyüzü altında, sessizliğin koynunda asırlardır kendi yalnızlığını yaşayan bu şirin yaylanın güzel bir gecesine adımızı yazdırdığımız, kahkahalarla biçimlenen sohbetimize ara verip erkenden “haydi bakalım dinlenmek için odalara çekilme zamanı” dediğimde kimse itiraz etmedi… Herkes yarın kendilerini bekleyen yeni günün zorluk derecesini de sürprizlerini de bilmediği için büyük bir tevekkülle ne dersem yapıyordu; ne güzel…
Karçalların ulu dorukları ve Türkiye’nin ilk ve tek biyosfer havzası olan Macahel vadisine yükseklerden bakmak vadiyi kaplayan bulut denizi üstünde özgürlüğün tadına vararak yaşanacak bir güne hazır ve sağlıklı bir merhaba diyebilmek için şimdi uyku zamanı.