-
Kaçkar Trans'ı Dilek yazdı
Kaçkar Dağlarıyla ilk tanışanların yüzündeki ifade bizi hep mutlu eder; Dilek Uğraş ilk Kaçkar Trans Yürüyüşünün yol hikayesini yazdı
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Kaçkar Trans'ı Dilek yazdı
Kaçkar Trans'ı Dilek yazdı
Bafa kampımız esnasında gösterilen ve önceki yıllara ait o tanıtım filmini izlediğimde Kaçkar’ların sevdası da yüreğime düşmüştü. KAÇKAR’lara gitmek hele hele hem zirve, hem de trans yapmak bana çok uzaktı ve imkânsız gibi görünüyordu. Ta ki içimdeki çığlığı dinleyip arkadaşlarımın desteğini alana kadar uzun süren bir kararsızlık anı yaşadım.Dilim döndüğünce, kalemimin yettiği kadar on günlük Kaçkar faaliyetimizde yaşadığımız o muhteşem coşkuyu ve heyecanı siz dostlarımla paylaşmak istiyorum.( Bu arada tüm faaliyet boyunca siz sevgili dostlarımız, tanıdık tanımadık tüm grup arkadaşlarımız yüreğimizde bizlerle birlikteydiniz ).
Verçenik dağları, Kavron dağları, Altıparmak ve Bulut dağlarının oluşturduğu KAÇKAR dağları silsilesi Rize ve Artvin il sınırları içinde bulunuyor. Kaçkar’ların en yüksek zirvesi ve Türkiye’nin dördüncü en yüksek noktası olan 3932 m yüksekliğe tırmanmak ve bu zamana kadar çok az kişinin kullandığı, yer yer bazı bölümlerinin belki de hiç kullanılmadığı KAÇKAR Dağları Büyük Transit yürüyüşümüzü gerçekleştirmek üzere 22.07.2006 C.tesi günü saat 10.00 İzmir otogarından 6 kişilik ekiple Erzurum’a hareket ettik. Pazar günü saat 8.30 gibi ise Erzurum’a indik.
Yusufeli’ne gitmek için araç bulmakta biraz da olsa zorlandık. İyi ki de zorlanmışız ki Erzurum’un meşhur cağ kebabı ile tanışma sansı bulduk. Hele de üstüne yediğimiz cevizli bademli kadayıf dolması anlatılacak gibi değil di… Kısa bir şehir turundan sonra 13:30 gibi Yusufeli’ne hareket ettik. Çoruh vadisi boyunca, dağların yüzeyinde görünen jeolojik kırılmalar ve görüntüleri bambaşka bir dünyaya giriş yaptığımızı anımsatırken Tortum gölünün sularının çekilmiş olması da içimizde burukluk yarattı.Bir taraftan da yeni barajların yapımıyla sular altında kalacak köyleri düşünüp, insanların yaşam alanlarından geçmişlerinden zorla koparılmaları bizleri üzüyordu.
Yusufeli’nden sonra Yaylalar-Olgunlar mahallesine gitmek için tekrar araç değiştirdik. Kıdemli şoförümüz İsmail Hakkı ve dinlediğimiz müzik Karadeniz’de olduğumuzu bize tekrar hatırlattı. Barhal’a gelip küçük bir çay molası verdik. Kaçkarlar’ın en derin ve uzun vadisine sıkışıp kalmış olan Barhal köyü zihnimizde Cemal’le özdeşleşmiş olarak kaldı… Cemal, yüzündeki o saf ve temiz duyguları ile, iştahla yediği patates jipsini bizlerle paylaşma isteği ve ikramda bulunması ile tüm faaliyetimiz boyunca aklımızdan hiç çıkmadı. İyi ki vardın Cemal…
Kaçkarların 2.100 m yüksekliğindeki Olgunlar mahallesine ulaştığımızda akşam olmak üzereydi. İki kişi çadırda kalmayı tercih ederken, diğer arkadaşlar pansiyonda konakladılar. Akşam yemeğinin ardından kısa bir sohbet sonrasında yattık. Sabahın ilk saatlerinde ( 24.07.06 P.tesi saat: 5:00 ) kahvaltıdan sonra, bir keşif tırmanışı ve sonraki günlerde tırmanacağımız yükseklikler uyum için Dobe yaylası Lanetleme geçidine doğru tırmanmaya başladık. Kaçkar zirvesinin doğusunda bulunan en yüksek zirvelerden olan Mezovit sivrilerinin doğu yamaçlarında 3.200 m yüksekliğe kadar tırmandık.Haritamızda görünen isimsiz göllere ulaşmaya çalışıyorduk Çünkü o isimsiz göllerden birine, ekibimizin maskotu 17 lik arkadaşımız sevgili Ece’nin ismini koyacaktı.Saat 11:00 gibi güzel ve bir o kadar da zevkli, heyecan dolu; nefis renklerle bezenmiş çiçeklerin arasından geçerek nihayet göle ulaştık.Göllerin en büyüğü olan ve adına ECE GÖLÜ dediğimiz o muhteşem göle düşen,etrafındaki dağların yansıması, akıllara durgunluk verecek bir güzelliği gözlerimizin önüne seriyordu…O muhteşem görüntünün anlatılması mümkün değil.
Dönüşte yağmura yakalanmamak için acele ederken bir taraftan da fotoğraf çekmeye doyamıyorduk. Zeynel Hocam biraz da diğer günlere saklayın diyordu ama kaptırmıştık kendimizi… Saat 15:30 da pansiyona gelmemizle birlikte yağmur da bastırdı.Pansiyonun oturma salonunda sıcak sohbetlere daldık…Gecenin serinliğini sıcak çaylarımızla ısıttık..saat 21:30 kadar devam etti sohbetimiz,Sonrasında dinlemek için odalara çekildik…Sinop ekibi maceralı bir yolculuk sonrasında ancak gece 1:30 gelebildi.Uuznca bir bekleyiş sonrasında oldukça tedirgin anlar da yaşadık… Bu nedenle sabah hareket saatimiz biraz gecikti...
Salı günü ( 25.07.06) saat 4.30 da horoz sesleriyle uyandık ve 6.00 da kahvaltı yapıp,16 kişilik ekibimiz saat 07.00 de Olgunlar köyünden ayrıldık… Çantalarımızı katırlara vererek Hastaf yaylasından geçerek dere boyunca Dilber düzüne kadar tırmandık (2.750 m..) Yarım saatlik bir moladan sonra sırt çantalarımızı alarak,bir sonraki hedef noktamız olan Deniz gölüne doğru yükselmeye başladık. 3.200 m deki Deniz Gölüne ulaştığımızda sınırları bayağı zorlamıştık ama yolumuz daha bitmemişti… Deniz gölü kenarında kısa bir moladan sonra 3.550 m.lik boyunu aşarak, kamp yerimiz olan Soğanlı gölüne geçtik( 3.250 m).Kampımızı kurduktan sonra akşam yemeğinin üstüne içilen çaylar, kahveler ve çadırlar arası ikramlar ile akşamı ettik. Güzel bir paylaşım örneği yaşandı ve o yorgunluğun üzerine böyle bir sıcak ortamın yaşanması morallerimizi yükseltti… Saatlerimizi 03.00’e kurarak dinlenmek üzere saat 19.00 da çadırlara girdik.
26.07.06 Çarşamba sabahı saat 3:00’de saatlerimizin alarm sesleriyle uyandık. Kahvaltı sonrasında sakin bir hazırlıkla, saat 05:00 de, 12 kişilik ekibimizle zirve tırmanışı için yola çıktık.Tırmanışta fazla zorlanmadık ne de olsa iyi dinlenmiştik ve sırt çantalarımız yoktu.Yolumuza devam ederken geriye dönüp baktığım da, inanamıyordum..” bu yollardan biz mi geçtik” diye soruyordum kendi kendime….Ama zoru başarmanın zevki ve bizde uyandırdığı haz duygusu daha da bir başkaydı.Zirveye yaklaştıkça herkeste ayrı bir heyecan vardı.. 10 kişi ilk defa 3.900 m yüksekliğe çıkıyordu… Son bir gayretle yorgun adımlarla zirveye ulaştık. O anki heyecanla atılan çığlıklar, bazı arkadaşların yüzündeki şaşkınlık ifadeleri görülmeye değerdi… Nihayet aylardır hayalini kurduğum bulutların üzerindeydik… Gözlerimizin önünde şimdi de Bir bulut deniz sergileniyordu… Verçenik, Altıparmak dağları, Ergör buzulu, deniz gölü şimdi daha bir farklı görünüyordu. Tüm grup arkadaşlarım ve gelmek isteyip de gelemeyen dostlarım için, bir bardak sıcak çay içerek o bulut denizini onlar için izledim. Yarım saat bu duyguları yaşadıktan sonra dönüş için hareket ettik. İnişte o güzellik hep aklımdaydı. Dönüş parkurunu tamamlayarak Kamp alanına döndüğümüzde kampta kalan arkadaşlarımız ( Tuğba, İlknur, Bilgi ve Yalçın ) bizlere çay ve çorba hazırlamışlardı. Dağ ortamında, huzurlu bir birliktelik için paylaşım ve insan ilişkilerinin ne kadar önemli bir olduğunu gördüm ve yaşadım.
Yine sıcak ve güzel bir sohbetin ardından Zeynel hocam daha saat 19.00 da yatma vakti diye sesleniyordu çadırından…Bir taraftan da Nevin hocam çadırları dolaşıp herkesin durumuna bakıyor gerekli olağan kontrollerini yapıyordu “rahatsız olan var mı “ diye….Ertesi günün daha güzel olacağını düşünerek çadırlarımıza girdik.
27.07.06 Perşembe günü, diğer günlere göre uzunca bir keyif yaptık geç kalktık… Saat 8.00 kampımızı toplayarak Soğanlı gölden ayrıldık. Yine anlatılması mümkün olmayan güzelliklere şahit olarak ( Davalı vadisinin üst kısmına) Piriştina dağının Güney eteklerine, Peşovit düzlüğüne ulaştığımızda saat 11.00 di… Havanın geleceğini çok parlak görmeyen Zeynel hocam kampı kurmamız gerektiğini söyledi… Davalı yaylası üzerinden vadi boyunca yükselen yoğun sis tabakası kamp alanımıza kadar ulaşıyor, Peşovit, Kavron tepe ve Piriştina dağlarını aşamadan tekrar geriye, kampın üstüne doğru geri iniyordu… Bir yandan o güzel manzarayı izlerken bir yandan da hava iyice bozmadan çadırları kurmaya çalışıyorduk. Sis’in bu yoğun hareketliliğini uzunca bir süre izledik… Bir sure sonra ters bir rüzgârla sis yerini güneşe bıraktı. Yeşil çayırların üzerine düşen Güneş ışıkları ile hava da ısınmıştı… Türküler eşliğinde çamaşırlar yıkandı, serilip kurutuldu. Çaylar, kahveler içilip pudingler yendi ve ertesi gün neler yapacağımız hakkında kısaca bilgi verilen bir toplantı yapıldı... Bir taraftan fotoğraflar çekilirken, 5 kişilik bir ekip de Piriştina tepesinin güneyindeki Küçük Karadeniz gölüne bir keşif tırmanışı yaptılar… O gün, tam bir keyif günüydü bu güzelliklere doyum olmaz dedik ve yemekten sonra yattık.
28.07.06 Cuma günü saat 05.00 de Zeynel Hocanın kalk komutuyla uyandık… Kahvaltının ardından 06.30 da kampımızı toplayarak hareket ettik. Bir gün önce iyi dinlenmiş olmanın verdiği dinçlik ile Kavron geçidine doğru tamamen sis içinde çok zevkli bir tırmanış yaptık. Rota üzerinde yol alırken ara sıra adrenalinler yükselse de tarihi bir ipek yolunda yürüyor olmanın ayrıcalığı ile herkes mutluydu. Sis ve yağmur gün boyunca bize eşlik ettiler. Yürüyüş düzenimizi Sis nedeniyle 2 metreden fazla aralık olmayacak şekilde oluşturduk…Görüş mesafesi zaman zaman 10 m.civarına kadar düşüyordu. Olası riskleri azaltmak için çok kontrollü hareket ediyorduk.Bir yandan sis,bir yandan yağmur ve çiçek yaprakları üzerine düşen çiğ damlacıkları ve dizlerimize kadar uzanan yeşil çayırlı bir dik yamaçtan dere yatağına kadar indik.Yine o doyumsuz güzelliklerin sarhoşluğuyla Apıvanak yaylasına gelmiştik..Sırt çantalarımızı taşıyacak olan çift kabinli aracın sis içinden görünmesiyle birlikte herkesi ayrı bir sevinç dalgası sardı.Çünkü parkurun bundan sonraki bölümünü artık çantalarımız olmadan yürüyecektik. Yaylada yaşayan insanlarla kısa sohbetin ardından çantaları arabaya teslim ederek yerel rehberimiz Cihat’ın arkasında yolumuza devam ettik.
Zevkli geçen parkurda biraz ıslanmış olmakla beraber herkesin düşündüğü tek bir şey vardı “sıcak bir yemek veya sıcak bir çay…” Palovit ten geçtikten sonra Amlakit’de yemek için mola verdiğimizde herkesin tek isteği sıcak bir çorba içmekdi. Şöminenin karşısında kurunurken, sıcak çorbayla da yetinmedik bir de yöresel yemek mıhlama ile tanıştık… Vücudumuz yörenin farklı güzelliklerini tekrar keşfetmek için gerekli enerjiyi depolamıştı. Yeşil’in ne kadar çok fazla tonu olduğunu parkurumuzun bundan sonraki bölümünde daha iyi gözlemledim ve anladım…Esas “Yeşil “rengi sanki orda tanıdım.Gözlerim yeşilden ve binbir çeşit çiçek renklerinden başka hiç bir şey görmüyordu .İşte böyle yoğun bir bitki örtüsüyle kaplı ormanı yağmur ve sis eşliğinde yürüyerek Hazindağ yaylasına geldik..Yörenin Acık havada ne kadar güzel görüntüler sunduğunu rehberimiz anlatmıştı sise rağmen gördüklerimiz de bizi büyülemişti. Adeta Ekvatorda yağmur ormanlarında yürür gibi Pokut yaylasına vardık.Pokut yaylasının da methini çok duymuştuk..Yoğun sisi bulutu içindeki yaylanın siluetini izlemek bile bize yetti. Sal yaylasında bizi Çamlıhemşin’e ulaştırmak için UNİMAC kamyoneti ile bekleyen Mehmet beyin hoş sürprizi içimizi ısıttı… Kamyonet üstünde bir yandan da Kanyak içerek etrafı seyre daldık… Çamlıhemşin’e vardığımızda hava da kararmıştı… Mehmet Bey’in Ekodanitap doğal yaşam tesislerine vardığımız da saat 22.00 olmuştu. Mehmet Bey’in olağan üstü bir gayretle ve alelacele hazırladığı Akşam yemeğinin ardında çay bahçeleri içindeki, şirin mi şirin, yatakları yumuşak mı yumuşak bungalov evlerde kaldık.
29.07.06 C.tesi sabahı 9:00 kahvaltı denmesine rağmen alışkanlıktan olsa gerek, saat 05:00 herkes ayaktaydı… Fırtına vadisini dik bir yamacın tepesinden izleyerek çardak altında kahvaltımız yaptık. Kahvaltı esnasında faaliyetin kısa bir değerlendirmesini yaptık.. Nevin Hocam ve Zeynel hocam, Ekibi topluca ve tek tek bireysel olarak değerlendirdiler… Eksikliklerimizi, iyi yönlerimizi birer birer sıkılmadan bize aktardılar, anlattılar Bana göre Bizler çok şanslıydık. Çünkü iki tane eğitmenle böyle bir faaliyet yapmak ve onca deneyimsizliğe rağmen faaliyeti başarıyla ve sorunsuz atlatmak kolay iş değildi… Bir de Onların bire bir ilgisine mazhar olmak ayrı bir keyif ve güzellikti…
Tekrar tekrar Teşekkürler Nevin hocam ve Zeynel hocam. İyi ki sizler varsınız ve bizlere böyle bir duyguyu tattırdınız, yaşattınız…
Ekodanitap da her şey doğal, bahçesinde yeşil çaydan, taze fasulyeye, üzüm bağlarından böğürtlen ve ahudutlarına kadar daha ismini hatırlayamadığım birçok bitki yetişmekte. Kahvaltıda yediğimiz yumurtadan, tereyağına ve reçeline kadar her şey doğaldı. Orada yaşamak bir ayrıcalıktır diyorum ve herkesin bir kez de olsa orayı görmesini, o muhteşem havayı bir kez de olsa solumasını isterim.
Kahvaltının ardından Ayder yaylasına hareket ettik. Yaylada herkes serbest zaman geçirdi. Ece ile ben yöresel çalgı aleti meşhur tulumun sesini duyunca horon oynamak için ekibin içine giriverdik… Ve kendimizi kaptırmışız.Ekibin bir bölümü Ayder’in kaplıca hamamına arınmak için giderken, ekibin delikanlıları da kahveye gitmişler çevreye dağılmışlar haberimiz bile olmadı…
Saat 17.30 da Mehmet ve Kader hanımın Fora pansiyonunda akşam yemeği için buluştuk. Mönüde Balık, rakı, fırında makarna, şarap ne ararsan var… Yani yok yoktu: Bu arada Kader hanımın ellerine Güneyce’nin de servisine sağlık… Fora’da kendimizi asla müşteri gibi görmedik… Ortam tam aile sıcaklığındaydık. İsteyen kendi servisini yapıyor, isteyen çay, kahve içiyor, fallar bakılıyordu. Bir de Dağlar’ımız vardı ki Mehmet beyin oğlu… Dağlar şirin mi şirin bir o kadar da zekiydi... 2 yaşında olmasına rağmen bilgisayar kullanıyor, kırılan yerleri tamir ediyor, bahçe tentesi üzerine biriken yağmur sularını boşaltıyor ve hatta tirbuşon kullanarak şarap şişesi bile o açıyor… Yemeğin ardından “ İzmir’den size bir sürpriz var” dendiğinde çok şaşırdık. Sevgili Tunay arkadaşımız İzmir’den bize tatlı ısmarlamıştı. Hem de LAZ BÖREĞİ… Çok duygulandık ..aramızda olmasalar da “ekip olmak işte budur” dedirtti… Yüreğine sağlık Tunay orada da bizimle beraber olduğun için ve diğer her faaliyetlerde beraber olman dileklerimle.
Böyle sıcak bir ortamdan saat 21:00 de ayrıldık ve başka bir sıcak ortama, Nazlı çiçek tesislerine, faaliyetin finalini yapmak için Horon oynamaya ve izlemeye gittik.Gecenin ilerleyen saatlerine kadar Horona eşlik ettik ve gece yarısı saat 01:30 Ekodanitap tesislerine döndük.
30.06.07 saat 06.00 tüm ekip yine kahvaltıda buluştuk. İçime hüzün çökmüştü…Çünkü bundan sonra dönüş yolculuğu başlayacak ve yine şehrin o gürültülü stresli ortamına dönecektik.İşte bu hüzün duyguları içinde Sinop ekibiyle vedalaşıp, servis ile Pazar ‘a hareket ettik.Saat 09:30 da Pazar’dan İzmir e gelmek üzere otobüsle hareket ettik.
Bir taraftan yaşadığımız güzellikler ve faaliyet hakkında konuşurken bir taraftan da fotoğraflara bakıyorduk Ta ki Ordu’ya gelene kadar her şey normaldi. Ordu’da bir anda otobüs durdu ve dışarıdan “bugün miting var yol trafiğe kapalı “ sözlerini duyduk… Fındık fiyatlarının düşmesi nedeniyle, fındık üreticileri ve diğer illerden gelen çiftçilerle birlikte 80 bin kişilik bir kalabalık Ordu Cumhuriyet meydanını doldurmuştu. Miting sonrası dağılmayan yaklaşık 10 bin kişi ise Ordu Samsun karayolunu trafiğe kapatmıştı. Bir anda araç kuyrukları 50 km yi geçmişti. Bir tarafdan onların haklı mücadelesini desteklerken diğer taraftan da ertesin gün mesai yapacak olmamız ve gecikme bizi sıkıntılı bir bekleyiş içine soktu. Ta ki gece saat 22.00 ye kadar. Bu nedenle, P.tesi günü saat 07.00 de İzmir’de olmamız gerekirken ancak saat 16.00 da olabildik…
Gidip görmeden önce bize, anlatmakla olmaz, yaşanması gerek derlerdi hep…İşte böyle arkadaşlar… Kaçkarlarda böyle bir şey… ne kadar anlatırsak anlatalım hep eksik kalan bir şeyler var….O yüzden gidip yaşanması gerek diyorum ve en kısa zamanda o muhteşem doyumsuz güzellikleri tekrar görebilmeyi diliyorum…hem kendim hem sizler için…Gidin görün, daha fazla kirlenmeden… Bir şeyler eksilmeden…
Kaçkarlarda yedik-içtik, gezdik – gördük… Ve bunları sizlerle paylaşmaya çalıştık. Daha nice faaliyetleri paylaşmak dileklerimle hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum
Sağlıcakla kalın
Dilek Uğraş
Ekip Raportörü