-
Kaçkar Dağları B.Trans Yürüyüşü 4
İlk iki gün hariç gündüzleri muhteşem bir havada yürüdük., yağmur arada bir eşlik etti bize ve sofra kurup yemek yemeye zaman olmadı hiç
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Kaçkar Dağları B.Trans Yürüyüşü 4
Kaçkar Dağları B.Trans Yürüyüşü 4
Faaliyetin ikinci gününde, Yedigöl köyü – Aksu vadisinden yükselerek aşmayı hedeflediğimiz 3.160 m.lik Verçenik geçidine ulaşmak, bizi bir hayli zorladı… Henüz Aklimatize olamayan bedenlerimizin isyanı ile tamamladığımız günün son akşamında, kampımızı 3.025 m.lere kurmak zorunda kaldık. Birinci gecede 2.000 m, ikinci gece 3.060 m ve sonrasında tekrar 2.000 m.ye inerek, aynı gün içinde tekrar 3.000 m üzerinde yatmak Aklimatizasyonu kolaylaştıran bir süreç yaşamamıza sebep oldu ve dördüncü günün sabahında, zımba gibi, dinç bir şekilde uyandık yeni güne… Geceden üzerimizde dolaşan elektrik yüklü bulutlar da yağmur olup yere inince, pırıl, pırıl bir sabaha merhaba dedik…
Rotamızın hala bilinmeyen bölümünde olmanın heyecanı ve sürekli değişen hava koşullarının içinde yol almanın vereceği zaman kayıplarını da düşünerek, erkenden toparladık kampı… Bu gün oldukça uzun bir gün olacaktı… Kamp yükümüz sırtımızda, 3.160 m den geçmeyi planladığımız zorlu bir geçit ve daha önceki gelişimde tamamen sisli bir havada içinde kaldığım Verçenik çanağında, tekrar sise yakalanmadan bölgeyi geçmeyi planladık. Artık bu günden sonra, Kaçkarların Kuzey yüzünde yol alacağımızı da düşünerek, yine 2.500 m lere inip, VERÇENİK yaylası üzerinden tekrar 3.200 m’ lere yükselerek TATOS dağları bölgesine aşmayı programladığımız yeni günde, sis içinde kalıp yol almak hiç de düşünmediğim, aklıma gelebilecek en kötü olasılıktı ve işimize gelmezdi doğrusu.
Programladığımız günden bir gün önde olmanın avantajını, olası bir kötü hava koşulunda kullanmaya saklayarak, hafif bir kahvaltı sonrasında “ bu kadar keyif yeter “dedik ve saat 05.30 da yola cıktık… Yürüyüş tempomuzun önceki günlerden yüksek olduğunu görmek, nefes alıp verişlerimizin düzene girdiğini gözlemlemek iyiye işaretti… Bu moral ile tırmandığımız Verçenik geçidi bizi çok da zorlamadı.
3.160 m lik Güney-Kuzey geçiş noktasında durup, her iki yöndeki büyüleyici manzarayı seyre dalarak bolca fotoğraf aldık… Kuzey-doğu yönümüzde, 3.711 m lik doruğu ile Verçenik ve onun gölgesindeki kapalı göller sabahın erken saatinde, akşamdan yağan yağmurun da yardımıyla yıkanmış, pırıl, pırıl bir görüntü ile karşıladılar bizi. Gördüğümüz bu muhteşem manzara bütün ekibin yüzünde yorgunluktan eser görünmeyen bir gülümseme oluşturdu. Arkamızda bıraktığımız AKSU vadisi, Çimil boğazı ve daha gerideki YEDİGÖLLER’ i çevreleyen, adını bilmediğim 3.000 m.lik dorukların muhteşem görüntüsünü izlemek ise çok daha farklı bir duygu seli yarattı içimde… Doyana kadar bol, bol fotoğraf aldık.
Yönümü Kuzey’e, Verçenik Çanağından daha da aşağılara çevirip de Verçenik Vadisi içinden hızla yükselerek gelen sisli havayı görünce yelkenleri suya indirmedim dersem yalan olur. Arkadaşlarıma belli etmeden hızlı bir şekilde Göller bölgesine inip olası bir kötü hava koşulunda kampı kurmamız gerektiğini düşünerek “ Haydi, gidiyoruz! ” diye bağırdığımı ve az da olsa telaş içinde çanağa inişimizi şimdi düşünüyorum da, heyecan katsayım yine yükseliveriyor. Güneş sis içinde kalmadan göllere yaklaşarak uygun bir kamp alanı belirlemek gerekebilirdi… Kurbağa misali ıslanmış olarak yol almak istemiyorsak tabi.
O telaş içinde, dev boyutlardaki taş yığınları arasında ve ancak dikkatli bir gözün belirleyebileceği ,bizi Göllere ulaştıracak patikaları bulmak az da olsa zorladı hepimizi… İyi ki hava açık ve iyi ki bu bölgeyi sis içinde kat etmek zorunda kalmadık düşünceleri arasında gölleri dolaşarak, vadiye iniş patikasını aramaya koyulduk…
Kabul sınırlarının bile çok altındaki küçük sapmaları hesaba katmazsak, güven içinde, 2.600 m’lik vadi tabanına kolay indik…
Gün içinde tekrar bir yükseliş rotasının bizi beklediğini düşünerek fazla rakım farkı yaratmadan yol almayı planlayarak aynı rakımda yan geçmeye kalktık ve biraz risk aldık. Yürüyüş patikası olmayan dev gibi taş bloklar üzerinde, çekirge misali, üç adım uzun atlama şeklinde sürüp giden sıçramaları bir de sırtınızdaki 18-20 Kğ. lık yüklerle yapmaya kalkarsanız riskin boyutunu düşünün artık… İlk düşme tehlikesini de rotanın o bölümünde ben yaşadım zaten; ayağımın altında oynayan bir taşın dengemi bozması sonucunda. Allahtan bir şey olmadı ama sonraki adımlarımı ölçülü atmak adına azıcık sarsılmak bile yetti…
Vadi içinden yükselerek gelen sis dalgası, yükseklerde karşılaştığı farklı hava basıncının etkisi ile 2.600 m.leri uzun süre aşıp yükselemedi. Yanımızda, yakımızda yolumuzu kapatmak istemez gibi dolandı durdu; biz rotamızı iyiden iyiye buluncaya kadar. Kısa bir soluklanma anında Saffet’in kafasına düşen bir iki yağmur damlası alarm zillerimizi çaldırmaya yetti. İlk bulduğumuz uygun yere, daha yol alabileceğimiz uzun bir zaman dilimi olmasına rağmen, erkenden çadırları kurduk; iyi ki de erken karar vermişiz bir anda göz gözü görmeyen yoğun bir sis bulutu içinde kaldık, görüş mesafesi aniden 10 m.lere kadar düşüverdi… Arkasından gelen kısa süreli gök gürültülü yağmur geçişi verdiğimiz kararın uygunluğuna en iyi işaret olarak akıllardaki yerini aldı. Önümüzde bizi bekleyen bilmediğimiz bir tırmanış rotası ve yine iri taş bloklar arasında seyredeceğini tahmin ettiğimiz TATOS geçidinde bu havaya yakalanmak pek de hoş olmayacaktı doğrusu… Derin bir nefes aldım; yine sıyırıp geçmişti hava; Ve tahminlerimiz bir kez daha doğrulandı.
Kampı gün ortasında kurmak, geceye, oradan da sabaha uzanan zamanda, oldukça fazla bir bölümü çadır içinde geçirmek demek oldu… Çadırın üstüne aralıklı olarak düşen yağmur damlaları arasında çadırdan çadıra konuşmak, partneriniz ile geyik muhabbetlere dalmak dışında yapacak fazla bir şey kalmayınca sıkılabiliyor insan… Zamanda geriye doğru gidip, şehre kadar uzanır ve şehirde bıraktıklarınız da düşerse eğer akıla, istemeseniz de dışarıdaki sis bulutlarına benzer, yoğun hüzün bulutlarına da yakalanabiliyor insanın ruhu…
Yağmurun dindiği ama sisin henüz kalkmadığı saatlerde, çadırdan ayrılıp, kampın hemen altındaki su kaynağına inişimin esas bahanesi, ne su doldurmak, ne de hava almak. Biraz da bu sıkıcı havanın baskısından olsa gerek, yoğun bir şekilde etkisi altında kaldığım duygu selinden kurtulmaktı asıl neden.
Bilmediğiniz bir coğrafyanın tam ortasında etrafınızı çepeçevre kaplayan, öylesine yoğun bir görünmezliğin koynunda, sonu belli olmayan bir bekleyişe teslim olmak ve o şartlarda zaman geçirmenin ne demek olduğunu ancak yaşayan bilir. Allahtan ki, güneşin batış saatlerinde dağdan esmeye başlayan rüzgar, çevreye hakim sis bulutunu dağıttı da biz de kurtulduk yüreğimizi sarmalayan hüzün dalgalarından…
Gecemiz oldukça sakin geçti. Yağmurdan kaçtığımız gündüzün erken saatlerinde uyumanın dezavantajı ile gece bitmek bilmedi; parçalı ve tavşan uykuları içinde akıp gitti zaman. Uyku saatlerinin kısalığından mıdır nedir rüya bile görmeden tamamladım geceyi. Yeni günde de şans bizimleydi; pırıl, pırıl güneşli bir havaya uyandık yine. Mineral takviyeli hafif bir kahvaltı sonrasında kampı mızı bir kez daha yüklendik ve 3.260 m rakımlı TATOS geçidine doğru tırmanmaya başladık. Geçide geldiğimizde yine muhteşem bir manzaraya daha tanık olmanın keyfini yaşadık…
Sabahın ilk ışıklarında Tatos’lar üzerinden yükselen güneş ışıkları muhteşem bir yansıma ile bize merhaba diyen ve ilk kez gördüğümüz Tatos göllerinin seyrine doyamadık… Önümüzde yürünmeyi bekleyen 19 Km ‘lik en uzun rotayı bugün, hiçbir sorun yaşamadan tamamlamak arzusu içinde Çiçekli yayla vadisine indik.
Yazının ve yol hikâyemizin uzaması okuyucuda sıkıntı yapmasın dıye, vadi içinde karşılaştığımız keçi sürüsüne eşlik eden Kangal ile yaşadıklarımızı; Karısı, kayınbiraderi, oğlu ve kayın pederi ile tek odalı, naylon tenteli barınağında üç-dört ay bölgeyi yaylak edinen çoban Alpaslan’ın misafirperverliğini, kayınpederin hoş sohbetini, eşi Mukaddes ablanın çay, keçi peyniri ve ekmek ikramına fazla uzatmadan değinerek, doksanlık Hüsniye nineye geçeceğim.
Çiçekli yaylayı ikiye ayıran dereden biraz da maceralı bir kestirme geçişle Başyayla sırtına doğru tırmanmaya başladığımızda, yamacın ortasına yakın, yine tek odalı bir yayla evinin önünde gördük Hüsniye Nineyi. Yol sormak bahanesiyle yanına yaklaşıp, bir yandan sohbet ederken diğer taraftan fotoğrafını almak ve az da olsa soluklanmak istedik; Baş yaylaya uzanan dik yokuşu tırmanmadan önce.
“Kaç yaşındasın? “soruma, “On yaş sonra 100 olacağım” diye cevap verdi… Şaşırdım, “Oğullarım beni bıraktı burada gittiler” dedi… “kendi aşımı da işimi de kendim yaparım burada…” diye tamamladı sözünü ve birlikte oturduğumuz yamaçtan karşı yaylaya bakarak, tepeleri yalayıp gelen sisi gördüğünde efkârlanmış olmalı ki, insanın içini dağlayan bir ağıt söylemeye başladı yöresel ağızla…
Telaş içinde ses kayıt cihazımı arama derdine düşüp, fotoğraf almayı da unuttum. Bedenimi saran heyecan dalgası, sırtımdaki 20 Kğ lık çantayı da, onca yolun yorgunluğunu da bir çırpıda unutturuverdi. Ahmet’in cep telefonuna ses kaydı aldığını görünce az da olsa rahatladım ve uygun olmayan ışık koşullarında onu da yormamak adına, sadece iki kare fotoğrafını alabildim…”Seneye getir ama! “ dedi… Söz verdim, seneye görüşürüz diye helalleştik, yolu sorduk “Aha şuradan çıkın!” diye önemsemeden gösterdiği yokuşu tırmanmamız tam tamına bir saat sürdü… Nefes nefese kaldığımız tırmanış anında adını şıkça andık 90 lık Hüsniye nenenin…
Baş yaylaya vardığımız saatlerde bizi arkamızdan takip edip duran sis dalgası koynuna alıverdi hepimizi ansızın… Saat 14.00; Kaçkarlar coğrafyasında bu saatten sonra yapılacak her yürüyüş, bu şekilde benzer hava koşulları altında devam eder ve rotayı bilmeyen için önemli riskler içerir. Allahtan ki, sisin içinde taşıdığı nem oranı düşüktü de ıslanmadık fazla; Ancak 3.100 m.lerde önümüzde bir yerde olması gereken Hacıvanak geçidine giden patika yolu bulmak bir hayli zor oldu.
Bulduğumuz patika da bir süre sonra bizi taş yığınları arasına getirdi ve öylece kalakaldık. İlerleyen zaman ve kamp atmaya müsait olmayan zemin içinde uzun süre kalmak, telaşımı artırsa da, pusulama daha önce kaydettiğim yön istikametinde her türlü zorluğa direnerek yol almayı sürdürdük.
Hava kararmaya yaklaşıyordu ve çok oyalanmıştık; sonunda nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kendimizi geçitte buluverdik. Doğru noktada olup olmadığımızı test edecek bir işaret belirtisini görmek mümkün değildi, çünkü görüş mesafesi hem geçitte hem de Hacıvanak istikametinde nerdeyse sıfır noktasına düştü. Yoğun ve nem dolu bir sis denizi içinde kalıvermiştik. Saat 16.30 civarında geçit olduğunu sandığımız noktadan aşağıya, tabana doğru inmeye başladık.
Karadeniz’de kaybolmak dedikleri şey bu olsa gerek diye düşümdüm, her ne kadar belli etmesem de sinir katsayımın arttığının farkındaydım. Ekip arkadaşlarım ne olduğunu henüz anlayamadıklar için mi yoksa kılavuzları olarak bana çok güvendiklerinden mi bilmiyorum hala neşelerini koruyabiliyor hatta kahkaha atabiliyorlardı. Daha önce, harita üzerindeki tespitlerimde bu bölgede 2.900 m’lerde bulunan göllerin kamp atmaya uygun bir zemin yapısına sahip olduğunu not etmiş ve kamp yeri olarak da o noktaları belirlemiştim. Ancak bu sis denizi içinde boğulmadan gölleri bulmak oldukça zor olacağa benziyordu ve öyle de oldu.2.900 m rakımlara kadar alçaldığımızda Harita üzerinde önceden işaretlediğim Kuzey-doğu istikametine yönelsem de, hem kararmaya başlayan hava,hem zor koşullar, hem de donumuza kadar içimize işleyen ( yağmur yok,sis içindeki nemden kaynaklanan ) ıslaklıkla dayanma katsayımız da her geçen saniye düşmekteydi.Sis içinde dolaşıp durduğumuzu ve hala belli bir istikamete yönelemeyişimizi sezen ekip arkadaşlarımın da şen kahkahaları duyulmuyordu artık.
Sanırım onlar da “Ne olacak şimdi ?” sorusuna cevap bulmaya çalışıyordu kendilerince. Her ne yana yönlenirsem yönleneyim, itiraz etmeden sessizce talimatlarıma uymaları, yöneldiğimiz her istikametin sonunda yaşadığımız hayal kırıklığında bile sessiz kalmayı sürdürmeleri, ekip disiplinini tüm kötü koşullara rağmen koruduğumuzun işaretiydi. Her gecen dakikanın aleyhimize olduğunu biliyordum; çünkü ıslaklık belimize kadar uzun otlar arasında her adımda artıyordu artık.
İlerleyen ve geceye uzanan zaman içinde hava sıcaklığının da düşmeye başlayacağını hesap edince ilk bulduğumuz ve iki çadırın, zor da olsa sığacağı kadar acık alanda kampı kurma karar verdik… Daha önce rahat zeminlerde kamp kurmaya alışık olan Atakan’ın “ağabey buraya çadır kurulur mu ?” tarzı çıkışına verdiğim “kurunca görürsün kardeşim hadi sallanma ! ” şeklindeki sert tepki hala düşündürür beni, gerek var mıydı diye…
Daha fazla ıslanmaya katlanamayacaktım artık, çünkü dağlardaki en büyük konfor kuru kalmaktır ve kuru kalmak; dağda, zor koşullar içinde kaldığınızda hayatta kalma sürenizi de uzatan ana unsurdur. Çadıra girer girmez yedek kuru giysilerimi giyerek vücut sıcaklığımı korumaya çalıştım, ancak tam da benim yatacağım zemin üstünde, çadırın altında kalan iri bir taş oldukça canımı sıktı. Çadırımızın hem eğimli bir zeminde olması hem de yatınca tam belime rastlayan taş, geceyi uykusuz geçirmemize neden oldu…
Zeynel AYDIN
Ekip Lideri