-
Kaçkar Dağları B.Trans yürüyüşü 3
İspir Rize Dolmuşundan ayağımızda parmak arası terliklerle inip yoğun bir sis içinde Tüylüoğlu yaylasını bulduğumuz akşamı hiç unutmuyorum
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Kaçkar Dağları B.Trans yürüyüşü 3
Kaçkar Dağları B.Trans yürüyüşü 3
Yedigöller platosu içinde geçirdiğimiz ilk geceyi, Ağustos ayı ortalamalarına göre oldukça soğuk sayılabilecek 5’C gibi bir hava sıcaklığında geçirdik. Yazlık uyku tulumu içinde, biraz da ısınmak için sağa, sola dönerek sabahın olmasını bekleyip durdum. Çadır içinde zemin sıcaklığı oldukça düşük sayılabilecek derecelerdeydi. 3.000 m üzerindeki ilk gecemizde uyku problemi yaşamayı normal olarak bekliyorduk ama hava sıcaklığının bu kadar düşük olacağını pek tahmin etmemiştim açıkcası.Gecenin ilerleyen saatlerinde havayı gözlemlemek ve ertesi günkü hava durumu hakkında fikir edinebilmek için çadırın dışına çıkıp gökyüzüne baktım. Yıldızlar, elimi uzatıp dokunacak kadar yakın birbiri ardına göz kırpar gibi görünüyorlardı… Kendimi bir an için gecenin sessizliği ne dalmış, çizgi filmlerin hayal kahramanlarından birisi gibi hissettim. Aklıma gelmiş olsa da, ne o gece ne de sonraki gecelerde, kampımızı kötü adamlar hiç basmadı merak etmeyin… Gökyüzü pırıl pırıldı ve yanı başımızda uzanan gölde nefis yakamoz görüntüleri vardı… Üşüyünceye kadar izledim ve daha fazla dayanamayıp gece kıyafetlerimle ayrıldığım uyku tulumuna biraz da koşarak döndüm…
Dağlarda güneş erken doğar, günün ilk ışıkları saat 04.50 gibi platoyu çevreleyen zirvelerde görünmeye başladığında kahvaltı hazırlıklarına başladık… Programa göre burada bir gece daha kalmak vardı ancak iyi seyreden hava koşullarında, ne kadar yol alırsak karlıyız diyerek kampı toplayıp yola devam etmek kararı aldık; keyif anını daha yorgun olacağımız rotanın son etabına saklayarak.
Gün ışığı kamp alanımıza indiği saatlerde, çantalarımızı çoktan yerleştirmiş, çadırlarımızın nemini atmasını bekliyorduk. Çanak içinde iniş rotamızı bulabilmek için kısa bir keşif turu yaptım. Dün, biraz yorgunluk biraz da yükseğe uyum sağlayamamış olmanın verdiği tembellikle göremediğimiz birbirinden güzel başka gölleri de görmek fırsatımız oldu o kısa an içinde.
Platonun Güney-doğu çıkışını kapatan yalçın kayalıkların arasından 2.500 m’lere inen, varlığı ile yokluğunu dikkatli bir gözün süzebileceği ince bir patikaya ulaştık. 3.100 m ‘lerden başlayan ve kısa mesafede oldukça dik sayılabilecek inişimiz,2.400 m deki Aksu Yedigöl yaylasında son buldu fakat Çimil boğazı, Mal gölü istikametinde yeniden yükselerek Verçenik platosuna gün içinde ulaşmamız gerekiyordu. Bu da demektir ki önümüzde aynı günde aşılması gereken bir 3.160 m geçit daha var.
İlk günlerde dağa uyum sağlayıncaya kadar zorlanacağımızı biliyorduk fakat Yedigöl yaylası civarında 25 ‘C’lere çıkan öğle sıcağında yürümek, hele de yeniden 3.000 m’lere tırmanmak hepimize hayli zor ve yorucu geldi. Mal gölü vadisinin Aksu ile birleştiği yerde, bugün terk edilmiş bir görüntü olarak karşımıza çıkan, yaşam izlerinden uzak yayla kalıntıları arasındaki çeşmeden sularımızı tazeledik. Yıkık dökük yayla evlerinin taş duvarları arasında boyumuzu aşan Frambuazları gördüğümde sevinçle yerimden kalktım; şimdi tam mevsimiydi. Parmak büyüklüğündeki pembe, olgun frambuazları avuç dolusu yemeye başladığımı gören Atakan merakla geldi yanıma… O muhteşem lezzetin farkına varması pek uzun olmadı; sonra Ahmet ve Saffet de katıldılar bize… Düşen kan şekerimizi en çabuk şekilde dengelemenin biricik yolunu kolayca bulmuştuk… Kısa soluklanma anında enerji olarak geri döndü bize frambuazlar ve yeniden ayaklandık; programdan bir gün önde olmanın morali ile yavaş, yavaş da olsa öğle sıcağında yol aldık.
Önümüzde uzanan uzun çayırlık alan içinde otlayan inek sürüleri ve selamlaştığımız çoban kız Emine’nin şaşkın bakışları altında Vadinin 2.900 m’lerinden sağa dönerek,Verçenik boğazına doğru tırmanmaya başladık.Kuzey’den ve Özellikle de Çimil boğazını aşarak gelen sis bulutları,” bu yörede, bu saatlerden sonra acık alanda fazla gezinmeyin,kurun çadırınızı girin içine !..” der gibi üzerimize doğru akmaya başladı.Bizim tırmandığımız boğazdan inecek, olası bir sis dalgası ile birleşmesi durumunda sıkıntılı anlar yaşayabileceğimizi düşünerek adımlarımızı biraz daha sıklaştırdık.Her ne kadar yorgun ayaklarımız dirense de saat 16.30 da ulaştığımız 3.050 m deki ilk düzlükte kampımızı kurduk.Bütün ekip görev paylaşımı içinde akşam yemeği hazırlıklarını yaparken,önceden tahmin ettiğimiz gibi, bize pek de uzak olmayan tepelerde, şimşekler çakmaya, gök gürültüleri duyulmaya başladı…Yağmur her an inebilir tepemize diyerek alelacele yemeklerimizi yedik ve tepelerden süzülen yağmur daha kamp alanımıza inmeden çadırların içinde uyku tulumlarımıza girmiştik bile…Biraz yorgunluk,biraz da çadırlarımızın üzerine düşen yağmur damlalarının çıkarttığı düzenli seslerin ritmi altında uykuya varmamız çok kolay oldu…
Yolculuğumuzun daha üçüncü akşamında, saat 18.00 ile 18.30 gibi çok erken saatlerde çadıra girip uyumaya kolayca alışmıştık… Sonraki akşamların birisinde saat 19.00 sıralarında, Ahmet’e, “Haydi yatalım artık ağabey, geç oldu …“ diyen Saffet’e uzunca bir süre bu yüzden güldük…
Dağlarda güneşin batmasıyla birlikte zaten soğuk olan hava iyiden iyiye soğumaya başladığında rüzgârlar tersine esmeye başlar ve gündüz, sabah saatlerinde, ısınarak yükselen hava akımlarını daha aşağılara, geldikleri yere geri yönlendirir… Bütün mevsimlerde bu döngü düzenli bir şekilde ve aralıksız olarak devam eder. Kuzeyden gelen daha serin ve nemli hava akımı ile dağların güney yamacında ve nispeten daha sıcak olan hava akımları birleştiğinde ısı farklılığından kaynaklanarak ortaya çıkan elektriklenme, şimşekli ve yıldırımlı havaların oluşmasına sebep olur. Bu akşam da kısa geçişli gök gürültülü, az yağmurlu bir havanın içinde kaldık… Biliyordum ki çok değil, en fazla bir saat sürecek olan yağış sonrasında, gökyüzü yine pırıl, pırıl ve yıldızların yeniden göz kırptığı bir görüntüye bürünecek.
Tahminlerimde yine yanılmadım, ama soğuyan havada üstümü giyinip yıldızları seyre dalmak, şehirde bıraktığım romantik duyguların etkisi altında bir gece yaşamak, hiçte aklımdan geçirdiğim bir şey olmadığı için çadırıma ve beni zor şer ısıtan uyku tulumuma dönüşlerim hep hızlı oldu…
Gecenin ilerleyen saatlerinde, uzaklardan gelen gök gürültüleri altında, tavşan uykusu misali yarı uyanık bir gece daha geçirdik. Program süresince benzer durumlar yaşadık ve düzenli derin uykularla tanışık olmadık bir türlü; ancak yine de sabahları dinç kalkabildik… Bu da organizmalarımızın dağa ve yüksek rakıma uyum sağladığı, düzenli beslenmeye dikkat etmemizin ve düzenli vitamin takviyelerinin de işe yaradığını gösterdi…
Sabahın erken saatlerinde ötmeye başlayan Huş tavuklarının (Yörede dağ tavuğu olarak da bilinir) eşler arası seremonisiyle uyandık… Yerde görebilenin cennete gideceği söylenen ve sadece doğu Karadeniz bölgesinde Kaçkar dağlarının yüksek rakımlı kayalıklarında neslini sürdüren bu ender yaratıkların sabah saatlerinde çıkardıkları sesi çok severim… Ancak ona rağmen o sesi bir türlü taklit edemedim, o kadar enteresan ötüyorlar çünkü. Görenin cennete gideceği söylemini duyan Atakan, çadırın kapısından uzunca bir süre yüksek kayalıklardan gelen sesleri izlese de göremedi…
Kahvaltı telaşına düşen biz de “ Yok öyle bedava cennet bileti !.. “ diye gülüştük aramızda.
Zeynel AYDIN
Ekip lideri