-
Efeler Yolu
Batı Anadolu Aydın dağları ile Bozdağların ulu dorukları arasında yaşayarak destan yazıp efsaneleşmiş halk kahramanlarının ayak izinde;
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Efeler Yolu
Efeler Yolu
Anadolu Halk Kültüründe Efelik, içinde sadece başkaldırıyı taşıyan, haksızlığa direnen ve kendi adına değil içinde yaşadığı toplum adına da düzeni ve adaleti sağlamaya çalışan bir kavramın adıdır. Zeybeklik ise, aynı ekibin üyeleri olan ve Efenin himayesinde, kendi aralarında tamamen sözlü hukuk kurallarının geçerli olduğu bireylerden oluşur. Efelik kültünün oluşması Osmanlı’nın sosyoekonomik dokusuyla bağlantılıdır ve daha çok, Devlet adına vergi toplayanların görevlerini istismar etmeleri, kötüye kullanmaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Efelik tarihsel süreç içinde, Kuva-yı Milliye döneminden önce “Eşkıyalık” olarak tanımlanmış olsa da Kurtuluş savaşı esnasında bambaşka bir kimliğe bürünür.
Her toplumda ve o toplumun yaşadığı coğrafyanın farklı yörelerinde, geleneğin içinden yetişmiş olan bir halk kahramanı mutlaka bulunur. Bu kahramanlar, genellikle zalim bir yönetici veya halkına zulmeden bir otorite olduğunda ortaya çıkarlar ki, halkı için mücadele eden bu insanların "eşkıya" ya da "haydut" olarak tanımlandığına ve eşkıyalıktan halk kahramanlığına geçiş sürecini tarihin yazdığına da tanık oluruz.
Halk tarafından sevilen bu kahramanlar, zaman içinde halkın anlatılarına ve türkülerine konu edilerek ölümsüzleştirilmiştir. Türk toplumu da tarih boyunca halkına haksızlık eden otoriteler karşısında mücadele eden adı destanlaşmış pek çok halk kahramanının ortaya çıktığına tanıklık etmiştir. Batı Anadolu coğrafyasında halkı için mücadele eden bu kahramanlar Efe ve zeybekleri olmuştur. Efelik kavramı ve bu kavramın etrafında şekillenen masalsı anlatılar, zamana ve zemine göre değişkenlik gösterse de, öz itibariyle kervan yolu kesmek, devlet otoritesine karşı silah kuşanarak çoğunlukla Batı Anadolu’da kanun dışı faaliyetlerde bulunmak gibi bazı temel özellikleri yansıtır. Çoğunluğu Egeli olan bu yerel şöhretler, diğer bir yandan da yerel halkla iyi geçinebilmenin yollarını aramışlar ve ancak halk yararına yaptıklarıyla yörelerinde tutunabilmişlerdir.
Devlet-Efe sürtüşmesi ve Kuva-yı Milliye döneminde verilen kurtuluş mücadelesinde yaptıklarının etki alanları itibariyle geniş halk kitlelerinin ilgisini çeken Efelik Kültürü ve Zeybeklik bölge insanının bilincinde yer edinerek günümüze kadar yaşayarak gelmiştir…
İşte çoğunlukla bu felsefeden beslenerek ortaya çıkan, Batı Anadolu coğrafyasındaki Aydın Dağları ve Bozdağlardaki Efe yataklarını da içine alarak, toplamda 500 Km uzunluğunda bir rotada çizilen Efeler Yolu’nun genel amacı; “Efelik Kültürünü yaşatmakla beraber, bölgenin içerdiği doğal, tarihi ve kültürel zenginliğin korunmasını ve değerlendirilmesini de sağlayarak, bölgede sürdürülebilir ve bütüncül bir kırsal kalkınmayı tetiklemektir. Bu amaçtan hareketle doğan Efeler Yolu; İzmir’in Bornova ilçesinden başlayarak Nif dağı ve Bozdağ sıradağlarını geçerek Kiraz’ın yaylalarını dönen ve devamında Aydın sıradağları üzerinden Efes Selçuk’ta bulunan Meryemana’da sonlanan 500 kilometrelik çok etaplı ve işaretli bir yürüyüş yolu olarak hayata geçmektedir.
Hiçbir grup, zümre ya da kişilerin hegemonyasında kalmadan, Efelik Kültürünü merak eden ve o coğrafyayı tüm özellikleriyle tanımak isteyen, ilgi duyan herkesin özgürce ve güven içinde yürüyebileceği tüm ayrıntılar düşünülerek hayata geçirilen-geçirilmeye çalışılan “Efeler Yolu”nu diğer o meşhur dağ yürüyüşü yollarından ayran en önemli faktör, işte bu detay ve iyi niyetin içinde saklıdır.
20 yılı aşan Dağ-Doğa yürüyüş deneyimiyle ve kendi içimizde, daha çok kendiliğinden oluşan grup ilkelerimiz ve yürüyüş kurallarımızla örtüşen bir proje olması sebebiyle de bir ucundan da biz tutarak destek olalım dedik… Projeden haberdar olduğumuz güne kadar etapların büyük bir bölümünü yürümüş olsak da yürümediklerimizi projenin amacına uygun bir mantıkla yürümeye çoktan başladık bile…
Efelik Kültüründe en çok adı geçen, Efe yatakları içinde adından en çok bahsedilen Bozdağların yürümediğimiz kısımlarına, Ege’nin o yakıcı sıcaklarında Efeler bu dağlarda bakalım nasıl barınmış diyerek bir göz atalım dedik ve soluğu Bozdağ’ın 2.156m lik zirvesinde aldık. Gün batımına yakın bir saatte vardığımız dağ bizi daha eteklerine varır varmaz, serin bir hava akımıyla karşıladı; yalnızlığına ortak oluşumuzu ödüllendirmek ister gibi… Öyle ya, kolay mı Küçük Menderes ovasının 37’C lik nemli sıcak havasından 12’C lik bir serinliğin ortasına düşmek… O yüzden de hemen anlayamadık, bu karşılama şekli bir ödül mü, yoksa “ Ne geziyorsunuz burada ” diyen bir serzeniş mi? Ödemiş merkezinde yanıyorum diyen biz, Bozdağ zirvesinde esen bir deli rüzgârın getirdiği serinlikle polar ve hatta montlara sarılınca varın yorum siz yapın; karşılama hangisidir diye…
Kamp yerimizi seçerken özellikle de Yılkı atlarının barındığı bir kuytuyu tercih ettik; vardır bir sebebi diye ve ciddi anlamda işimize yaradı. İlle de yıldız ve samanyolu pozlama yapayım diye uğraşırken parmak uçlarımın soğuktan uyuşmaya başladığını görünce hızlı bir şekilde ben de çadıra girenlerden oldum; zaten bulut geçişleri ve oldukça nemli, ıslak hava fotoğraf için de pek uygun değildi…
Ertesi sabah geç uyandık ve kahvaltımız da keyifli olsun tercihi ağır basınca yüksek UV den yanma riskini de göze alarak yürüyüşe geç başladık; saat 08.30
Bozdağ zirveden, doğu istikametinde 1.700-2000m rakım aralığında uzanan silsile üzerinde yürümeye başladığımızda her iki yandan esen dağ rüzgarı hissedilen sıcaklığı düşürdü ve Çatal sivriler üzerinden oldukça keyifli ve bana çok sevdiğim Kaçkarları anımsatan bitki dokusu ve coğrafi yapı özellikleri tempomuzu düşürmemize sebep oldu ve normal hesaplamalarıma göre 3 saatte almamız gereken 15 Km lik parkuru tam tamına 5 saatte aldık… Fotoğraf molaları ve henüz işaretli olmayan parkurdan çıkmamak adına gösterdiğimiz azami dikkat ve geciktikçe tepemizi ısıtmaya başlayan öğle güneşinin taşıdığı yüksek UV ışınları bizi daha dada yavaşlattı… Parkurun son 3-4 km lik etabında internetin çekmiyor olması sebebiyle rotayı görememek, yılkı atlarının birbirine paralel onlarca patika oluşturması ve ekipte, az da olsa baş gösteren yorgunluk emareleri sebebiyle iyice yavaşladık rotanın bundan sonraki bölümünü deneyimlerimize göre kendimiz belirleyerek hedefe ulaştık; saat 13.30
Geleceğimizden haberi olan Murat kardeşim yayladaki soğuk su gözelerinin buz gibi olanı kıyısındaki kara söğüt ağacının gölgesine hasırı sermiş ve mangala sucukları da çoktan atmış; soğutmayın diyerek yaptığı ısrarlı ve muhteşem sunum parkuru kazasız belasız yürümenin çok ötesinde bize gerçekten büyük ödül oldu… Çadırları kurmamıza dahi izin vermeden bizi Çoban evine davet etmesi ve yayla suyunda dem almış çay yanında koyun peyniri ikramı ise ödülün bonusu oldu. Yorgunluğumuz çoktan bitti ve koyu bir muhabbet başlattık; çobanların sorunlarından tutun da devletin hayvancılık politikalarına varıncaya kadar… kimin kulakları çınladıysa artık, “Gediz’in öte kıyısında birileri yine beni anıyor…” demiştir muhakkak… Murat kardeşimin günlük işlerine engel olmayalım diye evden ayrıldık ve biz muhabbete kamp alanındaki cevizlerin gölgesinde devam ettirdik; Bozdağ’ın zirvesinden kopup gelerek, yılkı atları ve yaylanın tüm sakinlerine can olan buz gibi soğuk gözenin kıyısında…
Çadırlar kuruldu, akşam yemekleri yendi ve güneşin batışı ile birlikte serinleyen yayla havasında bu kez gece başlaması söylenen Meteor yağmurunu beklemeye başladık… Yorgunluğun tüm ağırlığıyla çöktüğü omuzlar ve beden yatak nerede demeye başladı ki fotoğraf makinemi bile dışarıda bırakıp çadıra giriverdim; öyle ki üst baş değiştirmeden, nasıl olsa Meteor yağmurunda birileri uyandırır ve çıkarım diyerek… Gecenin yarıyı geçtiği saatlerde uyanıp gökyüzüne baktığımda en son bu kadar kalabalık bir yıldız kümesi altında ne zaman uyduğumu anımsamaya çalışsam da olmadı; uyku tulumumun çağrısına daha fazla direnmeden girdim çadıra…
Sabah gün doğumunda otlağa giden koyunların çıngırak sesleriyle uyanmak da çok güzeldi; bir de yaylada çocuk sesi duymak… Kamp yerimize konum itibarıyla düşen karşıki dağın koyu gölgesi uzun süre güneşten korudu bizi ve yine keyifli bir kahvaltı ile güne başladık; bu kez Hüsnü kardeşim sağ olsun, çayı demledi; Erdal abimin ikramları ise kahvaltımıza renk kattı…
Çadırları topladık ve saat 11.00 de kamp malzemelerimizi almaya gelecek olan aracımızı beklemeye başladık, ta ki Ahmet’in ağabey hadi yürüyelim araç arkamızdan gelir deyinceye kadar… Davet olur da icabet etmemek olur mu dedik ve düştük bir toprak yola… Araç geldi geliyor derken tam tamına 13Km kadar daha yol yürüyüvermişiz… iyi de oldu… Hikâyenin bundan sonrası 1974 model bir pikabın kasasında tozlu bir geri dönüş yolculuğu; yaşayanlar bilir…
Her şey bir yana biz bu rotayı çok sevdik ve en kısa zamanda tekrar buluşmayı dileyerek yayladan ayrıldık…
Önermeler
- Ben bir günde 25Km yol yürürüm burada yazılan 15 Km beni asla sarsmaz demeyin ve kamp malzemesiz, lojistik destek almadan rotaya girmeyin
- Profesyonel yürüyüşçü değilseniz rotaya kesinlikle rehbersiz girmeyin
- Profesyonel yürüyüşçü iseniz zaten ne yapmanız ve nasıl davranmanız gerektiğini zaten bilirsiniz
- Bozdağların, özellikle Kış koşullarında, Türkiye’de en fazla ölüm vakası gerçekleşen dağlardan birisi olduğunu asla unutmayın
- Yayla sakinleri ve yöresel halkın inandığı değerler üzerine çok laf etmeyin; onların alışkanlıklarını olumsuz değiştirecek önermelerde bulunmayın;
- Kıt kanaat ve zorlu yaşam koşulları altında özveriyle üretmeye çalışan, size süt, yoğurt peynir ve et yetiştirmeye uğraşan bu fedakâr insanlara “ne olur ” gerçekleşmeyecek vaatlerde bulunmayın…