-
Doğa Yürüyüşü Hikayeleri
Bu sayfalarda paylaştıklarımızla hem o gün gelemeyenlere günlük hem de gelmek isteyenlere bilgi amaçlı yazıyoruz bu notları
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Doğa Yürüyüşü Hikayeleri
Doğa Yürüyüşü Hikayeleri
Ya kuzum,sen soğukta,ayazda nereden buluyorsun bu enerjiyi de kalkıp gidiyorsun sabahın köründe dağlara?" diyen sesinizi duyar gibiyim. Yürüyüş sırasında da birinin sesi geliyordu arkalardan;"Sabah çok erken uyandım.Baktım ki bütün gün evde canım sıkılacak,atladım geldim "Bir diğeri;"üç haftadır, hastalıklar çıkmadı evden, baktım ki dayanamayacağım ben çıktım.. "Ve başka biri daha " Ne iyi oldu geldiğimiz..Oh be ya.!." Ne güzel ortalık . Güneşte yürüyüp,buz tutmuş ormanlara dalıyoruz...
Kısaca sadece ben değilim ,kendini her fırsatta dağlarda yürürken bulan..Şehrin keşmekeşliği hepimize “küçük bir mola” hayali kurduruyor aslında...Trafik,ses,yol çalışması,hiç bitmeyen kaldırım döşenmesi işleri,yağmurun neden olduğu çamur,yerel yönetimlerin doğru dürüst veremediği temizlik hizmeti,ortak alanı kullanmayı beceremeyen ve sadece kendi için yaşayan bencil insanlar,tepki vereceğim diye ortada dolanan ve durmadan şikayet eden öfkeli ve saldırgan şehirliler!..Sizin kent yaşamına ait gözünüzde canlanan daha iyi bir senaryo var mı acaba?!Beni en çok yoran kısmı da çoğu zaman bu oyunda “oyuncu” olmak zorunluluğu!...İşte bencilliğimin en sonsuz halini pazar günleri bu nedenle yaşıyorum ben...Her şeyi bir kenara itip toprak kokusu duymak uğruna,çamura bulanmak,yağmur altında sırılsıklam olmak,kara basmak, üşümek için çıkıyorum evden.Evde beni bekleyen işleri,kedimi ve belki de bir günü onlarla geçirmemi bekleyen ailemi geride bırakarak bencilliğimi son noktaya vardırıyorum...
İyi geliyor soğuk bana..Üşümeyenlerdenim..Kendime geliyorum elim ayağım buz kesilse de...Doğanın seslerine alışkınım ...Kuş sesi duymazsam "neden?"diye soranlardan oldum mesela...Elime diken battığında ya da çalılar bacağımı çizdiğinde,takılıp da bir taşa dizimi sürttüğümde hissediyorum doğanın varlığını ve o anda şehirde olmadığımı...Tercihler var hayatta ..Pazar gününü kanepede gazete okuyarak geçireceğim bir günde hiç şey bulmuyorum bana yakın..Hatırladığım üç hafta sonu yoktur miskinlik yaptığım...Yok ya !İyi ki yapmıyorum ..Uykuda geçen zamanı bile “kayıp” sayarken...yok yok ...böyle iyi;)
İşte bu duygularla çıktım evden... Rota Kemalpaşa ve Armutlu istikametinden Osmaniye Köyü idi.Daha önce Türkiye Permakültür Araştırma Enstitüsü'nün eğitimlerine katılmak için biraz daha yukarıdaki Dernekli Köyü'ne giderken daha uzun olmasına rağmen mis kokan ağaçların olduğu,su sesinin kuş cıvıltılarına karıştığı bu yolu tercih etmiştim.Yürüyüşü bu tarafta yapacak olmamız beni sevindirmişti.Yaz aylarındaki o yeşil ve coşkulu halini, kışın soğuk buz örtüsüne bırakmış olsa da vahşi güzelliğinden bir şey kaybetmemiş bu manzara beni epeyce de heyecanlandırmıştı.Ağaçların dökülen yaprakları ile yeşil azalmış olsa da ,vadinin tabanındaki coşkulu şelaleler göze görünür olmuştu.Aracın içinden vadinin derinliğini ve hatta suyu görebiliyordum.Sol taraftaki sert kaya dokusu, sızan suların donması ile kendine yeni bir siluet yaratmıştı.Bu duruma dik yamaçtaki ağaç ve çalılar da dallarıyla eşlik ediyorlardı.
Uzun uzun bakıp,hayal dünyanızda masalların karakterlerini burada görebilmek de mümkündü:)) Dev yarasalar, boynuzlar,heybetli sütunlar,kendini aşağıya doğru bırakmış melekler,sahnede dans eden balerinler....:))İşte buz kütleleri ile bakışırken Osmaniye Köyü'ne varmıştık.Sobası gür gür yanan bir köy kahvesinde artık neredeyse 10 dakikaya sığdırdığımız kahvaltımızı yapıp tekrar aracımıza atlayıp Çınardibi Köyü'ne geldik.Rotamızın başlangıcıydı burası..Yüzümüzü Mahmut Dağı'na çevirip yol almaya başladık.Bazen orman yolunda ,zaman zaman da yola ,yol olma hakkını vermemiş taş kütlelerinin üzerinde hafifçe yükselmeye başladık.Küçük bir yön değişikliği ile Fener Tepesi'nin 1150 m lik tepesine gelmiştik bile...Manzarada sis bulutlarının içinden yükselen zirveler vardı.Fener tepesindeki bodur ağaç tipleri ,kışa direnen tüm bitkiler kar kristallerinden oluşan yeni çehreleriyle güneşte parlıyorlardı.
Etrafa bakınıp,iyi bir kadraj yakalamaya çalışırken güneş de üşümememiz için elinden geldiğince parlıyordu.Rüzgar yoktu.Yola devam etmemiz gerektiğini anlatan düdük çaldığında geri dönüp yamaçtan aşağıya doğru sallandık.Sık bir çam ormanından geçen patika gerçekten görülmeye değerdi...Kar ile bembeyaz bezenmiş toprak,üstünde yükselen çam ağaçlarının arasından sızan gün ışığı etkileyici bir manzara yaratmıştı.Dolayısıyla soğuğun farkında değildim...nem ve hafif rüzgar aslında zehir gibi yakıyordu ..Gruptan geride kalınca hızlı ve bir kazaya fırsat vermemek için de dikkatli bir şekilde yürümeye başladım tekrar..Bu sırada kar örtüsü yerini başka bir kış ormanına bıraktı...Islak,soğuk,sert esintili ama hafif güneşli mis kokan bir orman:)Bugünün konsepti buydu sanırım..Yön değiştikçe mevsimler değişti sanki...
Orman yavaşça aralandığında suların aktığı bir yamaçta mola verdik. Bir tek kuru dal bulamaz iken ateş yakmak zor olsa da deneyimler, ön hazırlık, çıra ve en önemlisi de karnı aç ve sucuk pişirmekten başka bir şey düşünmeyen insan topluluğu, yarım saat sonra alevli közlerin etrafında sohbetler başlamıştı bile... Güneş az sonra tepenin arkasında kaybolacaktı. Biraz sessizliğe ihtiyacım vardı. Doğanın muhteşem seslerinden oluşan sessizliğe... Kısa bir süre sonra üşüme duygum ağır basacaktı. Hissediyordum. Hareket etmeliydim..Yamaçtan aşağı doğru yürümeye başladım. Yapraklarını indirmiş dev gövdeli çınarlar arasından akan su yer, yer şelaleler oluşturmuştu. İşte su sesiyle gelen dinginlik,aradığım buydu belki de....Tekrar yukarı çıkıp,bir kez daha indim..Isınmıştım..Sucuk operasyonunu da midemde sonlandırdıktan sonra ,sıcak çayımı elime almıştım işte:)...
Yine iniş vakti geldi....Çoğu zaman suya paralel bir yürüyüşle,yola kadar indik. Şelalelerde fotoğraf çekilmeler peşindeyken benim için yılın ilk kardeleni düştü önümüze. Çınar yapraklarının arasında tüm canlılığıyla bizi selamlıyordu sanki....Onu incitmeden biraz fotoğrafladık..Sonra yoldan yürümeye devam ettik...
Su birikintilerinin buz tutmuş halleri ile eğlenip,ormanın içinden biraz rüzgarla irkilip inişi tamamladık.Yürüyüşün bitişi Bayramlı köyü idi..Derenin üstünden aşıp son bir tırmanış ile köye ulaştık...Bu köy sıcacıktı...Çünkü ben Melek ile tanıştım...:)) Evlerinin önündeki küçük ağılda yavru kuzuları seviyordu onu gördüğümde..3. Sınıfa gittiğini ,köylerindeki okulun da üç sınıflık olduğunu daha sonra başka bir köyde okula devam edeceğini söyledi...Bir an aklıma bizim şehirli çocuklar ve ailelerinin okul durumları aklıma geldi...Okul için,okumak için girdikleri telaşlar,beğenmezlikler,seçimler...Oysa onun tek bir seçeneği vardı...:((Onun bir çok konuda tek şansı vardı ki zaten...Ağılın tel çitine doğru yaklaştığında bütün koyunların ona doğru yönelmelerini gördüm.Meğer hep severmiş onları Melek...Hele yeni doğan iki tanesini kucağından indirmiyormuş Melek:)) ..Bu güzel yüzlü çocuğa baht diledim köy kahvesine doğru yürürken...Kendim için de; çektiğim fotoğrafını getirip ona verme fırsatını...
İşte yine bitmişti ...Bir yürüyüş,bir pazar günü daha...13 km lik bu yürüyüş ile haftanın tüm yorgunluğunu dağlarda,ağaçlarda, toprakta bırakmış geri dönüyorduk....Ellerimiz ve burnumuz üşümüştü ama yürekler sıcacıktı....
Hülya ŞENOĞLU/29 Ocak 2010/Osmaniye-Bayramlı Rotası