-
Bolu Yedigöller Fotoğraf Kampı
Diğerleri mevsim Sonbahar şiirdir diyen şair ve Yedigölleri en güzel şekilde fotoğraflayarak tanıtan Sami Güner'e saygıyla
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Bolu Yedigöller Fotoğraf Kampı
Bolu Yedigöller Fotoğraf Kampı
Telefondaki ses tanıdık… Ahizenin diğer yanından kulağıma yansıyan hinoğlu hin bir gülüş… Bense şaşkınım,ne olup bittiğini anlamaya çalışan bir şaşkınlık…İlk soru benden : ”Hayrola !.. Problem mi var ? Araç geldi mi ? Gelmeyen mi var yoksa ?”Cevap gayet kısa,”Yok ağabey,sorun yok…” derken bile yine o hınzır gülümseyiş çınlıyor kulaklarımda…Şaşkınlığım artıyor,soruları sıralamaya devam ediyorum.. Bu kez anlamsız bir cevap geliyor karşıdan ”Ağabey otobüs geldi de,kamyon gelmedi” Arkasından yine o tanıdık rintintin gülümseyişi…”Nasıl yani ?” Ağabey,bostanlı Oyak bank önündeyiz,Elif ve Elçin’in malzemelerini bagaja yerleştirmeye çalışıyoruz, ama sanırım senin bir kamyon tutman lazım,otobüsün bagajı almadı… Durum anlaşıldı,sanırım bizim kızlar işi biraz abartmış olmalılar… Konak Sakıp Sabancı Kültür Merkezi önünde buluştuğumuzda gördüm ki, Sadık haklı…Kızlar biraz değil bir hayli abartmışlar…Arka beşli koltuğa yerleştirdiğim valizlerin hemen hepsinin yiyecek dolu olduğunu duyduğumda şaşkınlık katsayım bir hayli düştü, gülümsedim… Anlayacağınız sevgili dostlar,İzmir’de başlayan bu bagaj muhabbeti ile yolumuzu yarı ettik… Aramızda yabancı yok,daha doğrusu yeni tanıdık kimse yok.Herkes birbirini tanıyor.Dolayısıyla kaynaşmak da fazla sorun olmadı…
İlk molayı Akhisar Gelembe’de bir pidecide verdik.Kimse pide yemedi.Masaların üzerine müşteriler tarafından yazıldığı söylenen ve tesisin pideleri hakkındaki kısa övgülerin gerçek olup olmadığını anlayamadık yani…Ama çaylar harikaydı…
Gece yolculuklarında kimseye dokunmam ”bırakın uyusunlar” der geçerim…Adapazarı’na gelinceye kadar öyle de oldu… Sapanca gölü kıyısında hava aydınlanmaya başladığında ise herkesi uyandırdım, acımasızca… O güzelim Sapanca manzarası,oto yol kıyısında sıra, sıra kavak ağaçları ve yol kıyısındaki yemyeşil yamaçlara dizilenmiş yine sıra, sıra köyler sabah ışığında izlenmesi gereken hoş bir görsellik…
Bolu Dağı tüneline girmeden önce oto yoldan ayrıldık ve Kaynaşlı’da sabah çorbası içmek için mola verdik.Bayramın ilk günü…Sokaklarda tek,tük görünen insanların tamamı erkek,belli ki hepsi bayram namazından gelmekteler… Tesis kıyısındaki küçük dükkanların bir çoğunun tahta kepenkleri hala kapalı…Bolu’da bir sürpriz ile karşılaşmayalım diye, kamp için yapılması gereken bir kısım acil alışverişimizi, bu küçük kasabanın ilk açılan manav-marketinden yapmaya karar veriyoruz.Sonra ver elini Bolu’ya…
İstanbul’dan gelen can dost Emre,bizi ilk kavşakta beklemekte.Kısa bir hoş-beşten sonra Bolu içinde açık bulduğumuz ilk marketin önünde duruyoruz.Bolu-Yedi göller Milli Park alanı içinde iki gün sürecek olan kampımız için olası ihtiyaçlarımızın hepsini tamamlıyoruz.Bir an önce şehirden ayrılma düşüncesi ile Bolu dağlarının dik yamaçlarına doğru tırmanmaya başlıyoruz.Hava parçalı bulutlu.Yamaçlardaki kayın ağaçları, Yedi göllerin o bildik renklerine çoktan bürünmeye başlamışlar. Dağın zirvesine yakın 1.650 m. sindeki sırt hattına ulaştığımızda kısa bir manzara molası verdik. Buradan dağı kuzey-güney istikametinde geniz bir perspektiften izleme imkanı vardı.Yol kıyısındaki yaylacı teyzenin tezgahında kantaron çiçeklerinden tutunda,çocukluğumun mevsim meyvesi sarı renkli,sıra,sıra ipe dizilmiş Alıçlar ve yaban elmaları,yayla cevizi hepsi de farklı tatlar ile çıktılar karşımıza.Ama kırmızı bir plastik kasa içindeki siyah küçük taneli yayla üzümünün tadı öyle tarif etmekle falan anlatılacak bir şey değil… Müthiş bir şey ve çok farklı bir aroması vardı.Hepsinden nasiplendik.
Yedi göllerin ağaç dokusu çok farklı…Bir kısmı sararmaya yeni başlamış ama bir çoğu da o bildik kırmızılı giysilerine bürünüvermişler.Milli parkın içlerine doğru kıvrıla, kıvrıla giden toprak yolun kıyısında sıralanmış rengarenk doku, Sonbahar’ın o hüzünlü havasını adamın yüreğine oturtuveriyor hemen.İnsan izlemeye doyamıyor.Yeşilin farklı tonları ve köknar ağaçlarının arasına kırmızı yapraklı kayın ağaçlarını hangi ressam serpiştirmiş acaba diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz.Ya da hangi sihirli elin fırça darbeleri ile şekillenmiş acaba diye sormaktan…Yoğun duygular içinde kamp alanımıza ulaştık.
Milli Park görevlisi Ormancı Şenol çadır yerlerimizi gösterdi ve ne olur ne olmaz ola ki yağmur gelir diye çadırlarımızı hızlı kurduk…Yerlere örtü gibi serilmiş sararmış yapraklar ”acaba hangi mevsimden kalmış ola ki ?” diye düşünerek, yumuşak ama eğimli bir yüzeye çadırımı en son ben kurdum.Gece boyunca uyku uyumamıştım…Karşılaştığımız o büyülü renk dokusunun içinde kısa bir uyku keyfi için bana kimse engel olamazdı… Herkes de benim gibi düşünmüş olmalı ki bütün ekip çadırlarına çekilerek bir-iki saatlik bir uykuya dalıverdik.
Kamptaki ilk gecemiz oldukça eğlenceli geçti.Çadırlarımıza yakın tahta masalarda akşam yemeğimizi karanlıkta yedik.Yemeklerin çeşitleri nelerdi sormayın… Sadece Elçin ile Elif’in iki numaralı çantasında olanlar bütün gruba yetti desem yalan olmaz.Özgür’ün Sazı eşliğinde orta desibelle söylenen türküler, Özkan’ın Ney üflemesi geceye damgasını vurdu.Kamplarımızı şenlendiren saz ekibimize bundan sonra bir de Neyzen katıldı.Teşekkürler Özkan,teşekkürler Özgür…İlerleyen saatlerde sazlı sözlü muhabbet fotoğrafa doğru kaydı.Emre’nin minik flaşlı gösterisi ile gece fotoğrafı en etkili nasıl çekilir onu da gördük… Önceki geceden kalan uykusuzluk gözlerimize erken çöktü.Sabah Saat 04.00 de fotoğraf için buluşmak üzere karar alıp çadırlarımıza çekildik ve dinlenmeye geçtik…
Bayram tatili dolayısıyla kamp alanı çok olmasa da nispeten kalabalık.Yani yedi göllerin muhteşem sessizliğini bozan aykırı sesler var.Hatta bu aykırılık geceleri sarhoş naralarına benzemeye de başladı.Kamp çadırlarının yanındaki çöp kovaları etrafında bol miktarda şarap şişesi görünce aykırı seslerin nedenini kavramak zor olmadı.Otoparka yakın olan bölgeden ve kamp ateşi etrafında birikenlerden çıkan gürültü sabah saat 04.00 lere kadar devam etti.Bazen o kadar aşırı bir gürültü oluyordu ki rahatsız olmamak elde değil, bırakın uyumayı, ben çakal seslerini duyamamaktan yakınmak durumunda kaldım.
Sabaha karşı başlayan yağmur fotoğraf hayallerimizi bozdu.Sabah uykusunu tercih ettik.Yağmur şiddetli yağıyordu ancak kayın ağaçlarının yaprakları ilk şiddeti yumuşatıyor ve yapraklardan süzülen damlalar Çadırın üstüne düşüyordu.Kayın ormanı içinde yapraklar ile yağmur damlalarının kavuştuğu anı dinlemek, gösteri salonlarındaki en baba orkestrayı dinlemekten daha ayrıcalıklıydı.
Sabah Kahvaltımızı sabahın tatlı serinliği içinde,masadaki birbirinden güzel,el emeği göz nuru denecek kadar leziz yiyeceklere toprak ve yaprak kokusunu da katık ederek yaptık.Öğleye doğru orman içindeki patikalarda, kurumuş kayın yapraklarının ayaklarımız altında çıkardığı tatlı nağmeler eşliğinde,zaman zaman göl kıyılarında minik dinlenme ve fotoğraf molaları ile süsleyerek yaptık.Nazlı gölün kıyısındaki molada bütün ekip farklı bir tat ile tanıştı.Kocamış gürgen ağaçlarının dallarından yere dökülen fıstık benzeri çekirdeklerinin tadını ben çocukluğumdan çok iyi tanıdığım için toplamaya başladım. Meraklı gözlere yakalanınca da bütün ekip gürgen fıstığı toplamaya başlayıverdi.En beceriklileri de Dilek olmalı ki Abant’a gelinceye kadar arkamdaki koltukta çekirdek çıtlattı.
Kampın ikinci günü öğleden sonra serbest zaman olarak değerlendirildi.Kayın ormanı içinde gezinti ve göl kıyısındaki tahta iskelelerde doğayı ve çevreyi gözlemlemek ile geçti zaman.Akşama doğru kayın ağaçlarının yüksek dallarında artarak devam eden hışırtı ve rüzgarda savrulan kuru yaprak kümeleri muhteşem bir izlence olarak gözlerimizi doyurdu. Ancak bu pek de iyiye işaret değildi.Bu yüzden akşam yemeğimizi erken yedik. Daha masadan kalkmadan düşmeye başlayan yağmur damlaları bize yeter artık, çadırlarınıza gidin geliyorum der gibiydi. Hava kararırken başlayan yağmur çadırlara erken girmemize sebep oldu.Ben yağmur altında uyumayı tercih edenlerdenim. Ama duyduğuma göre göl kıyısında,göle düşen yağmur damlalarını seyre dalanlardan tutun da,ateş başında patates közlerken biraz ıslananlar bile olmuş…O ıslaklığı gecenin ilerleyen saatlerinde çadıra taşırsanız ne olur ? Tabi ki uyku tulumunda ısınamazsınız… Öyle de olmuş…Bence iyi deneyim…Sakalımız da var ama…
Son gün kahvaltıdan sonra çadırlarımızı ıslak,ıslak topladık.Programın bundan sonraki bölümü Abant üzerinden Göynük ve Taraklı… Hafif,hafif çiseleyen bir yağmur altında Yedi göllerin o büyülü ortamından ayrıldık.Rengarenk kayın ormanlarını yoğun bir sis tabakası içinde bırakarak Abant’a doğru yola koyulduk… Bolu İstanbul yolundan Abant yönüne girdiğimizde yine çiseleyerek yağan hafif bir yağmur bize eşlik etti.Yol boyunca karşılaştığımız manzara Yedi göllerin renk dokusundan biraz daha iyicene…Burada renkler daha belirgin… Abant’a varmadan Kadir’in iki masalık minik büfesi içine doluşuverdik…Izgara sucuk ekmek ve çay keyfi için… Yanında da ekstra karnabahar turşusu, Kadir’in annesinin elleriyle yaptığı farklı bir tad…
Abant gölü kıyısına vardığımızda çiseleyerek yağan yağmur sulu kar şeklinde düşmeye başladı.Hava oldukça soğuk,bu yüzden göl kıyısında fazla duramadık…Araçlara dönüşümüz çok çabuk oldu.
Göynük kasabası Fatih Sultan Mehmet’in Hocası Akşemsettin’in memleketi.Mimari dokusunda ve yaşamında hala Osmanlı Kültürünün izleri var… Bayram sonrası başlayan yöresel Panayır dolayısıyla kasaba oldukça kalabalık…Köylerden kasabaya panayır için gelen farklı insan yüzleri sokakları doldurmuş.Fotoğraf için bulunmaz bir zaman ama yağan yağmur deklanşöre basmaya pek izin verecek gibi değil.Bir kaç koldan kasaba içine dağılıyoruz.Ana grubu kasabayı daha uygun bir noktadan gözlemleyebilsinler diye Zafer kulesine yönlendirdim.Ali abinin Osmanlı dönemi eserlerinden olan tarihi konağının bahçesi buluşma yerimiz…Emekli Ali öğretmen konağın işletmecisi…Yıllardır tanırım,istikrarlı bir işletmecilik anlayışı ile konağı butik otel olarak işletiyor.Ekibe konağı kendisi gezdirdi ve aydınlatıcı bilgiler verdi.Sonra da elleriyle demlediği çaydan bütün ekibe ikram etti.Hava kapalı zaman, zaman yağışlı.Gece yolculuğu yapmamak için Göynük’ten erken ayrılıyoruz.
Taraklı’dan da yağmur dolayısıyla erken ayrılmak durumunda kaldık…Grubumuzun üyelerinden motor tutkunu Hasan dost bayram nedeniyle Taraklı dışında…Görüşemedik… Taraklı merkezinden şimşir ağacından yapılmış kamplarda kullanmak için bol miktarda ağaç kaşık aldık…Kasabaya adını veren ağaç taraklardan maalesef bulamadık. İstanbul’dan gelerek kampa katılan ve Taraklı’ya kadar bizimle birlikte olan Can dost Emre ile burada ayrıldık…O, İstanbul’a, biz ise İznik istikametinden İzmir’e doğru dönüşe geçtik.Dönüş yolu trafiği oldukça kalabalık…Orhangazi – Gemlik yolu üzerinde, kibrit fabrikasının yanındaki bir işkembe çorbacısı mola yerimiz oldu…Adı bende saklı… böyle rezil bir işletmecilik anlayışı ile hayatımda ilk kez karşılaştım…Siz, siz olun sakın ola ki aldanıp da sıcak bir işkembe çorbası içeyim diye durmaya kalkmayın…Niye mi ? Bir kase çorbaya 12 YTL para ödediğinizde niye olduğunu anlarsınız…Genelde hizmet satın almadan önce fiyatını sorarak temkinli davranan bizler nasıl böyle bir tongaya düştük hala anlamadım…Hepimiz “aman canım alt tarafı bir çorba ne olacak ki “ diye düşünerek fiyat sormamanın cezasını ağır ödedik.Tepkipimizi sonradan koysak da artık yapacak bir şey yoktu.Olan olmuştu bir kere…Eeee !... Dönüş yolunun ana muhabbet konusu da bu kazıklanma hikayemiz oldu… Ders olsun… Yolculuğun bundan sonraki büyük bir bölümü uyuklamak ile geçti… Gece saat 01.45 de İzmir’e giriş yaptık… Evlere dağılmamız 02.30’ lara kadar sürdü…
Sorunsuz ve problemsiz bir faaliyeti daha tamamlamanın huzuru içinde, birkaç saatliğine de olsa, insanın kendi yatağında uykuya varması her şeye değer…
Bir sonraki kamp hikayemizde görüşmek umuduyla…