-
Binbir çiçekli Dağ; Kaçkarlar
Kaçkarlarda Bahar Mayıs ayı ile başlar ve Ağustos başında biter; hangi vadisinde olursanız olun çiçek deryasıdır o aralık
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Binbir çiçekli Dağ; Kaçkarlar
Binbir çiçekli Dağ; Kaçkarlar
Osman amcanın oda yokluğundan bana tahsis ettiği balkon-odamda, bir yandan Barhal deresinin sesi, diğer yandan ertesi günün heyecanı ile uyuyamadan sabahı ettim. Filiz’in “kahvaltıya gidiyorum” seslenişi ile yatağımdan, uykuya hasret ve dinlenmemiş bir beden ile ayrılmak durumunda kaldım. Kahvaltı masasına geldiğimde manzara müthişti… Dut pekmezinden taze tereyağı, bal ve yine tereyağında yapılmış yöreye has un helvasına varana kadar her şey vardı. Ekip sırayla kahvaltı masasında buluştuk…Dünden başlayan ve gece de devam eden minik bir tartışma dahi kahvaltı keyfimizi engelleyemedi…
Benimle birlikte dağa gelenlere her zaman ilk söylediğim söz; “her ne iş ile meşgulseniz yaptığınız işi düşünün ve gerektiği şekilde yapın” dır… Yani yaptığınız işe konsantre olun başka bir şey düşünmeyin… Çok insanın isteyip de gelemediği farklı bir mekan ve muhteşem görsel bir ortamın içindeyseniz bunun kıymetini iyi bilmeniz ve değerlendirmeniz gerekir… Yok eğer sizi ilgilendiren içinde bulunduğunuz mekan ve beraber olduğunuz insanlar değil de, amacınız, bir sonraki kendi faaliyetiniz için Keşif yapmak ise işte o zaman baştan kaybettiniz demektir. Ekip içinde hemen sırıtmaya başlarsınız. Aramıza sonradan katılan bazı arkadaşlarımızın bu duruma düşmüş olmalarından ve de üstelik bunu açıkça dile getirmek yerine üstü kapalı yapmalarından oldukça üzüntü de duyduk… Çünkü bu durum program dahilinde yol alan esas ekibin ahengini de uyumunu da bozmaya başlamıştı… Neyse ki bu durumun devam etmesine meydan vermeden sorunu hemen çözdük ve daha yolun başında yol arkadaşlığımızı da sonlandırdık…
Olgunlardan Dilber düzüne giden vadi her zamankinden farklı… Rota üzerinde yoğun bir trafik var.Mevsim koşullarının uygun olmasından dolayı dağa giriş oldukça fazla.Dilber düzü kamp alanında nerdeyse çadır kuracak boş yer kalmamış gibi…Seyahat acentelerinin ana kamp çadırları bir hayli yer tutmuş. Kamp malzemelerimizi buraya kadar katırlara vererek taşıttırdık.
Kaçkar Trans adı altında yapılan klasik rotanın güzergahını biz zaten kullanmıyor ve kendimize ait, ama herkesin kullanamadığı bir güzergahı kullanıyorduk… Bundan sonra aynı güzergahı, daha keyifli ve her yaş grubundan sağlık durumu müsait her insanın kullanabileceği yeni bir şekle büründürüyoruz…
Mevsim Ağustos olmasına rağmen vadi boyunca her iki yamaç da hala yeşilliğini koruyor… Çiçekler belki de son tomurcuğa yatmışlar ama su kenarlarında hala canlı ve diri görünüyorlar…Hastaf yaylasının 15 günlük konukları çoktan yerleşmişler taş evlerine… Bu yıl yaylada nüfus kalabalığı hayli fazla.Olgunlara bir saatlik yürüme mesafesindeki bu yaylanın daha önceki terk edilmiş görüntüsünden sıyrılmış olması ve ağır kış aylarının yalnızlığını üzerinden atıp şenlenmesi en çok da beni mutlu etti… Yaylanın içindeki çeşme hala akıyor,gelen geçene can yoldaşı…Biz de avuç, avuç suyunu yudumlamadan ayrılmıyoruz buradan.
Ekibin neşesi de oldukça iyi…şansımızdan hava da açık ve güneşli…Zirvenin etrafında dolaşan bulut kümeleri dahi neşemizi kaçırmıyor…12 kişilik ekip, küçük gruplar halinde ve koyu sohbetlere dalmış olarak yavaş, yavaş da olsa yol alıyor.Nefesler açılmaya başladı.Ekibin performansı ileriki günler için bende umut ışıkları yakıyor…Rahatlıyorum…
Vadiye akan bazı yan dereceklerin kurumuş olması canımı sıksa da uygun bulduğumuz her dere kıyısında küçük molalar vererek planladığımız saatten çok önce varıyoruz Dilberdüzü’ne… Çantalarımız bizden çok daha önce ulaştı… Kısa bir atıştırma molası vermekten yanayım…Hava koşulları ne kadar iyi görünse de burası Kaçkar…Belli mi olur… Sırt çantalarımızı yüklenmişken ve yük altındayken yağmur ya da doluya yakalanmak hiç işime gelmez.Bu yüzden Dilberdüzünde çok fazla oyalanamıyoruz… Zaten eski görüntüsünden de çok uzak olduğu için doğrusunu isterseniz o çirkinliğe daha fazla tahammül gereği de yok diye düşünüyorum…
Düzlük ve çayırlık olan alanın her yanı çadır dolmuş…Papatyalar ile süslü küçük dereciklerin kenarlarında çikolata ve şekerleme kağıtları,kıyıda köşede nerdeyse her kayanın dibindeki tuvalet kağıdı artıklarını görmek tahammül katsayımın düşmesine, sinir katsayımın da yükselmesine sebep oluyor…Demek ki boşuna değilmiş dün akşam, Osman amcanın “Dilberdüzü çöplük oldu oğul,artık derelerin suyunu içmiyoruz” demesi… İyi de ne olacak bunun sonu… Elimizdeki en güzel dağımız, doğal güzelliği ile konuk olanı çıldırtan KAÇKARLAR’ ımız,bundan sonra kirletilmişliği ile mi bizi çıldırtacak yani…Bu hızlı kirlenmeye ve deformasyona kim “Dur ..!’ diyecek merak ediyorum…Ama artık meraktan öte bir şeyler yapmak gereğine inanıyor ve zamanın da hızla elimizden kaydığını görebiliyorum…
PATİKATREK grubu olarak öncelikle 4 adet tabela yaptırmaya karar veriyoruz, Olgunlar ve yukarı Kavron yaylalarının dağa giriş rotalarının başlangıçlarına görünebilecek şekilde asmak için ve “DAĞLARIMIZ ve YAYLAMIZ ÇÖPLÜK DEĞİLDİR. KENDİ ÇÖPÜNÜZÜ ŞEHİRE KADAR LÜTFEN GERİ TAŞIYINIZ ” diye uyarı mesajları içeren bu tabelaları yayladaki dostlarımıza göndermeye söz verdik…Duyurmak ve uyarmak dışında şimdilik elimizden fazla bir şey gelmiyor…Yöreyi esas koruyacak olanların yine yörenin kendi insanı olduğunu çok iyi biliyoruz…
Alışık olmadıkları bir kaynaktan üç beş kuruş para kazanma derdine düşen yoksul insanların bu kaynağın nasıl kuruyacağı konusunda da acilen bilinçlendirilmesi gerektiğine inanıyor ve düşünüyoruz.Yöre halkında bu koruma bilincinin oluşturulması için, neler yapılması gerektiğini ihmal etmeden,ertelemeden oturup irdelemek lazım.”Olgunlar yaylasını koruma ve güzelleştirme derneği” adı altında bir derneğin varlığından haberdar olduk…Merkezi Erzurum’daymış. Umarım tabela derneği değildir…Çünkü dönüşümden bu yana aradığım telefon numaralarına cevap verecek bir ses henüz çıkmadı…Bu sese ulaşırsam veya bu satırları okuyup da sesime ses veren bir yetkili ya da görevli veya gönüllü her kim olursa gerek şahsım olarak gerekse Grup olarak elimizden her ne gelirse yapmaya kararlı olduğumu buradan haykırmak istiyor ve söz veriyorum…
Elimizdeki değerlerin yok olmasına daha fazla seyirci kalan bir toplum olma kimliğimizden sıyrılmadığımız sürece, o güzellikleri sahiplenme ve koruma bilincinin yerleşmeyeceğine inanıyorum.Bu gibi bölgelerimize insan akışının fazla olmasının en büyük nedeni,o bölgenin doğal dokusunun bozulmamış, yıpranmamış ve kirlenmemiş olmasıdır… O bölgeleri kirletenler de,asırlardır kendi bölgelerinde bozulmamış doğal yaşam tarzlarını sürdüren o yöre insanı değildir unutmayın…
Toplumsal bir bilinç ile korunması lazım gelen bu gibi benzer yörelerimizdeki doğal ve kültürel kirlenmenin en birinci unsuru ve kaynağı bölgeye dışarıdan giden bizleriz…Asırlardır kendi kaderine razı ve kendi sessizliğinde yaşayan bu yöreleri keşfederek bu kirlenmeyi hızlandıran, biraz da çanak tutan bizler yani…Kendimizi olayın dışına itmeden hareket edersek çözüme daha kestirme yoldan ulaşırız diye düşünmekteyiz…Yeni suçluların ortaya çıkmaması ve çoğalmaması için, esas suçlunun şimdi ayağa kalkıp hesap vermesi zamanıdır.
Acil önlem alınmazsa gidecek bir dağımız olmayacak… Avuç, avuç, kana,kana içebileceğimiz temiz su kaynaklarımız da…
Oldum olası yöre ve mekan isimlerini merak ederim…Nerden kaynaklanır,kim koyar, mazisi nereye kadar uzanır gider…? “Dilberdüzü” adı da hep ilgimi çekmiştir…Yaptığım onca araştırmadan da bir sonuç alamadım…Ancak mantık yürüterek vardığım sonuç “kızlar düzü” anlamına geldiği…
Yörede yaylacılık ve hayvancılığın birinci uğraş olduğu dönemlerde, yayla yaşamı içindeki ağır işleri erkekler yaparken, hayvan otlatma gibi basit işleri ise çocuklar ve kadınlar üstlenirmiş…Kendi çocukluğumdan da esinlenerek diyebilirim ki,hayvan otlatmaya giden çocukların, hayvanların merada olduğu saatlerde kendi aralarında oynadıkları oyunlar izlenmeye değer ve nerdeyse festival havasında olur.İşte bu oyunlara en çok sahne olan mekanlardan birisiymiş Dilberdüzü…Genci yaşlısı araziye çıkan yayla halkının bir nevi festival alanı…Ayrıca,Sırakonaklar köyü ile Olgunlar yaylası arasında her iki taraftan yapılan dağ geçişleri öncesinde ve sonrasında konaklama,nefes alma, soluklanma, mola yeri olarak kullanılmış yıllarca…Son yıllarda ise KAÇKAR dağlarına olan ilginin artması sonucunda dağa giriş yapacak zirve yolculuğuna çıkan dağcıların birinci kamp alanı olmuş… 2.750 m civarındaki bu geniş çayırlık düzlük, Şeytan kayalıklarının hemen dibinde yer alır.Değişik kanallardan gelen minik dereler ile beslenen çayırlar aynı zamanda iyi de bir otlak olma özelliğindedir.
Dilberdüzünde, katırlardan aldığımız sırt çantalarımızı omuzlayıp, Şeytan kayalıklarının hemen doğusundaki dik vadi içinden yükselmeye başladık.Faaliyetin en zorlu etabı Dilberdüzü ile Deniz gölü arasındaki bu alandır. 3.400 m civarındaki Deniz gölüne varmak için üstelik de kamp yükü ile tırmanıyorsanız iyi bir kondisyona sahip olmanız gerekir.Parkur yüksüz olarak çok riskli değil ve teknik tırmanış içermeyen bir rota.. Ancak Yüksek dağ faaliyetlerinde gün içindeki maksimum tırmanma yükselme seviyesinin en fazla 1.000 m olduğunu, dağcılık tekniğinde ise sağlıklı ve sorunsuz tırmanışların saatte maksimum 100-150 metre irtifa kazanarak mümkün olduğunu düşünürseniz ,Deniz Gölüne varmak için size ortalama 4 saatlik bir zaman gerektiğini hesaplayabilirsiniz…Eğer kamp yükü ile tırmanıyorsanız bu süre daha da uzayabilir…
Onca yıldır bu parkuru yürürüm ama her nedense, onca uyarı ve ikazlarıma rağmen her zaman bu hesaplanan zaman diliminden çok önce Deniz Gölüne varırız. Rehber ve kılavuz ben olmama rağmen her nedense Deniz Gölüne en geç ulaşan da hep ben olurum… Tabi ekip içinde söz dinleyip, benden ayrılmayan birkaç kişi ile birlikte… Bu kadar kısa zaman içinde irtifa kat etmenin sonucunda yüksekliğe kısa sürede uyum sağlayamayan insan organizması doğal olarak tepki vermeye başlar…Adına yüksek dağ hastalığı dediğimiz teknik olarak ise A-klimatizasyon eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkan bu rahatsızlığın en belirgin özelliği baş ağrısı,mide bulantısı şeklinde kendini gösterir…İştahsızlık ve kusma ihtiyacı insanı deli eder…Kısa zamanda aşırı efor ve enerji kaybı ve kaybedilen enerjiyi vücudun yerine koyamaması, sorunu daha da derinleştirir… Çoğu insan bu durumu “beni oksijen çarptı” diye asılsız ve ilgisiz bir şekilde adlandırır ve ağrı kesiciler ile durumdan kurtulmaya çalışır… Hastalığın biraz ileri derecede seyretmesi durumunda ağrı kesiciler de yetmez…En kestirme ve kesin tedavi derhal irtifa kaybetmek yani bulunduğunuz noktadan en az 400-600 m arasında alçalmak olacaktır.
Ben,Filiz ve Dilek, Deniz Gölüne ileri ekipten yaklaşık 45 dakika sonra vardık…Öncü grup,Sönmez tepe ve Ergör tepenin kar suları ile beslenen Deniz Gölünün doyumsuz güzelliği karşısında büyülenmiş ve ellerinde fotoğraf makineleri ile görüntü avına çıkmışlardı…Bazıları ise hiç de tavsiye etmediğim ve kesinlikle uygun bulmadığım halde Göle girerek veya ayaklarını sokarak serinlemeye çalışıyordu.Çünkü bu istemediğimiz bazı rahatsızlıkları tetikleyebilecek bir durum…Toparlandık ve Gölün Güney yüzündeki geçidi kullanarak Soğanlı göl kıyısında 3.300 m de birinci ana kampımızı kurduk…Faaliyetin zirveden sonraki en zor kısmını geride bırakmanın huzuru kapladı içimizi…Uygun bulduğumuz yerlere hemen çadırlarımızı kurduk…Kısa bir dinlenme sonrasında Gece rahat bir uyku ve A-klimatizasyon için Soğanlı dağa (3.527 m) .tırmanmamız ve en az 45 dakika gibi zirvede kalarak vücudumuzun yüksekliğe uyum sağlamasına yardımcı olmamız gerekiyordu…Ancak sağ topuğuma ayakkabım vurmuş ve yara açmıştı…Fazla riske etmemek ve ertesi günü yapacak olduğumuz KAÇKAR zirve 3.932 m tırmanışımızı tehlikeye sokmamak için bu tırmanıştan şahsım olarak vazgeçtim…Bir arkadaşımızda da Yüksek Dağ hastalığının belirtileri başlamıştı bile…Bu tırmanışı ona zorunlu kılarak beraberinde birkaç kişi ile birlikte ekibin bir kısmı zirveye doğru yol almaya başladılar…Telsiz ile haberleşerek onları kamptan yönlendirmeye çalıştım…Çok zorlu ve zorunlu olmamakla beraber A-klimatize için yapılması gereken bir tırmanıştı…Zirveye ulaştıklarında hava acık ve güzeldi…Oradan izlenebilen çok keyifli bir manzaraya karşı yaklaşık 40 dakika gibi kalarak gün batımına yakın kampa döndüler….
Kamp alanımız, geçiş güzergahı üzerinde olduğu için ikişerli üçerli gruplar halinde gelip geçenlere de rastlıyorduk. Bunlardan birisi de Sönmez tepenin eteğindeki yaklaşık 3.450 m.deki geçidi kullanarak kampımıza gelen ve iki kadın iki erkekten oluşan bir gruptu.Akşamın serinliğinde saat 18.00 gibi kampımıza ulaştılar.Kısa bir tanışma sonrasında Ankara’dan olduklarını ve sabah saat 09.00 da Y.Kavron yaylasından hareket ettiklerini ve Olgunlara gideceklerini öğrendik.Sohbetin ilerleyen kısmında arkadan hala gelmekte olan bir grup arkadaşlarının bulunduğunu ve kamp malzemelerinin katırlar ile geriden kendilerini takip ettiğini söylediler… Şaşırmıştım… Birincisi Y.Kavron yaylasından buraya kadar doğru rota üzerinden gelmemişlerdi.Gereksiz yere dört adet 3.400’ luk sırt tırmanıp aşmak durumunda kalmışlardı…İkincisi 1.700’ lü metrelerden başlayarak 9 saat gibi bir sürede 3.400 m.lik bir irtifalara ulaşarak günlük limitleri bir hayli zorlamışlardı…Ve esas Kılavuzları yanlarında değildi… Geride bıraktıklarını söyledikleri ve akıbetleri hakkında en ufak bir bilgiye sahip olmadıkları bir ya da birden fazla ekipten kopmuş arkadaşları vardı…Ve de en önemlisi hiçbirinin kamp malzemesi yanlarında yoktu.Sözde katırlar ile “arkamızdan geliyor “ deseler de bana çok inandırıcı gelmedi… Çünkü onca yıllık tecrübem bana dedi ki …. Bu hat üzerinden hiç bir katırcı kaç para verirseniz veriniz eşyalarınızı Y.Kavron yaylasından buraya kadar,hele de saat 14.00 den sonra yola çıkarak getirmez…Bir de, üstüne üstlük hava kararıyorsa, ekmek teknesi katırının ayağını bir kayanın arasına sıkıştırıp kırılma riskinin en fazla olduğu akşam karanlığında hiç gelmez…
Bu ihtimalleri ekip içindekiler ile konuşurken onları aydınlatmaya çalışıyordum…Bir yandan da sıcak su kahve ve çay gibi ihtiyaçlarını ikramlarda bulunarak karşılamaya çalışan arkadaşlarımı gözlemliyordum…Bu karşılıksız yardımlaşma dağlarda en çok görmek istediğim ve benim ekibimden birileri tarafından üstelik de hiçbir şey söylenmeden yerine getirilmesi gurur kaynağım oldu…Teşekkürler CANAN…Ekip tamamen birbirinden kopuk ve lidersiz kaldıkları için ne yapmak ve nereye gitmek istediklerini gerçek anlamda öğrenemedim.Olgunlar’a gidebileceklerini söylediklerinde “artık çok geç olduğunu ve bunun mümkün olamayacağını olsa da çok fazla risk alacaklarını “ anlatmaya çalıştım… Malzemelerine bir an önce kavuşmayı umut ediyorlar ve bekliyorlardı…Kendilerine,”eğer katırcının kesin olarak yola çıktığından eminseniz, ona ulaşmanın en kolay yolu vadi içinden Davalı yaylasına doğru alçalmak olacaktır…Çünkü gece yol almayı düşünmeyen bir katırcının geceyi geçireceği en uygun yerin DAVALI yaylası olduğunu; yok, eğer katırcı biraz deli ve bunları düşünemeyecek durumda ise, kendisine en azından yolda rastlayabileceklerinin çünkü bu hatda katır gelişi için en uygun yolun Vadiye Davalı tarafından giriş olduğunu…” dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım…Yiyecek içecek durumlarını sorduğumda da “başımızın çaresine bakarız ağabey” türünden bir cevap aldım…
Kampımızda iki kişilik fazla bir çadırımız vardı ve onu kullanabileceklerini konforlu bir geceleri olmasa da barınabileceklerini söylediğimde “arkadan gelen arkadaşlarımızda çadır var ağabey “ cevabını almak biraz da olsa içimi ferahlattı…Hava serinliyordu ve üşümeye başlamıştım…Bütün ekip bir arada çay kahve içip sohbet ederken ben de çadırıma döndüm.Yorgundum, uyumuşum… Gece önce Ali geldi “Ağabey bu adamların diğer arkadaşları geldi ve kamp kuruyorlar, ama çok gürültü yapıyorlar ve bizi uyutmuyorlar..” diyerek… Bu durumun olağan olduğunu sabretmesi gerektiğini veya nazikçe uyarmasını istediğim de “Ağabey bunları senin söylemen daha uygun olur “dedi…”Tamam” desem de yine yorgunluktan olsa gerek dalmışım…Gecenin ilerleyen saatinde yine aynı şikayet ile karşılaşınca en azından bir durum kontrolü yapmak için giyinip çadırdan ayrıldım ve hala dışarıda dolanmakta ve yerleşmek için bir şeylerle uğraşmakta olan konuk ekip içinden bir arkadaşa “biraz daha sessiz olabilirmisiniz “ ricasında bulundum…Nazikçe tamam diyerek özür dilediler…Sorun var mı diye sorduğumda ise “Hayır” cevabı aldım…
Gece saat 03.00 de Yüksek Dağ Hastalığı belirtileri gösteren arkadaşımızın durumunu kontrol etmek için çadırımdan bir kez daha ayrıldım.Durumunda bir değişiklik yoktu…Uyuyamadığını bulantı hissini bir türlü atlatamadığını öğrendim… O anda kararımı verdim… Sabah saat 04.00 de zirve için yola çıkacaktık… Arkadaşımızın zirve tırmanışına katılması mümkün değildi…Kampta da tek başına kalamazdı…Yapacak tek bir şey kalıyordu onun sağlığını ve faaliyetin gelecek günlerini de düşünerek “zirve tırmanışını iptal etmek…” ve öyle yaptım… Bütün ekip üyelerinin çadırlarına giderek “zirve faaliyetini iptal ettiğimi ve sabah saat 07.00 ye kadar uyuyabileceklerini saat 09.00 da kampı toplayarak, daha alçak irtifadaki ikinci kamp alanımıza gideceğimizi “ söyledim… Tartışma hakları olmasa da bunu yapabilirlerdi ama kararımı istekli olarak onayladıklarını görmek beni mutlu etti…