-
Ben geldim bak; hayırsızın...
Ana kucağı gibidir bize dağlar; gitsek de, gitmesek de kokusunu özleriz; hiç gitmesek de hep sevdiğimiz, sevildiğimizi de bildiğimiz...
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Ben geldim bak; hayırsızın...
Ben geldim bak; hayırsızın...
Göz gözü görmeyen, yoğun bir yer dumanı içinde, belli belirsiz bir siluet halinde yol alıyordu yaşlı bir adam; sırtındaki 25 kg’ lık çantanın ağırlığı altında ezilmeden nefes, nefese tırmandığı son yokuşun her bir çakıl taşıyla tanış olmuşlardı artık, gele-gide. Geride bıraktığı onca yılın anılarını da taşıyordu sanki çantasındaki ağırlık yetmezmiş gibi. Alnından yanaklarına doğru yarış eder gibi akan ter taneciklerini silmeye çalıştığı her gelişinde “ Bu son artık, bir daha zor gelirim…” dese de, her yenibaharda yeniden yeşerirdi içindeki dağ sevdası; tıpkı ilk güneşi gördüğünde serpilip açılıveren dağ çiçekleri gibi.
Derin bir iç çekişin ardından yeniden hızlandı yorgun ayakları; “yıkılmadan çıkmalısın…” dedi içinde yıllardır dırdır edip duran ve bir türlü bastıramadığı o bildik ses. “Artık dalga geçiyor benimle… “ diye düşündü adam; bilgelikle… Her yeni gelişte biraz daha yavaşladığını türlü bahanelerle belli etmemeye çalışsa da inkâr edilemez bir gerçeği de vardı yaşamın.
Onca yıl içinde onun peşine düşüp de bu dağlara gelenlerin, tecrübesine mi, yoksa ona mı güvenerek geldiğini de bir türlü çözemedi geçen yıllar içinde; öyle ya, ne zaman nerede tekleyip duracağı belli olmayan yaşlı bir yürekti taşıdığı nihayetinde. Dağ sevgisi sayesinde ne insanlar biriktirmişti o koca yürek,yaşamında. İçinde yürüdüğü her dağ ile kurduğu güçlü ve özel bir bağ vardı ki, ne zaman dağ ve insan ilişkisini anlatmaya çalışsa yetmezdi kelimeler; içinde bir yerlerde, dağ rüzgârları gibi esen coşkulu bir duygu seliyle birlikte hep gözleri nemlenir ve söyleyeceği her söz bir tarifsizlik girdabında kaybolup giderdi.
Bu son yokuşta bir kez daha durdu adam; soluk soluğa arkasından gelenlerin nefesi ile karışan kendi nefesini ayırt etmek için… Son düzlükte, güneyden kuzeye akıp giden rüzgârın terli saçlarını okşayan tatlı serinliğini iliklerine kadar hissederken “Her şey yolunda” diye düşündü… Rüzgârın önüne katıp kovaladığı nem yüklü bulutların içinde hafif bir ürperme ile doğruldu oturduğu taşın üstünden. Geriye dönerek teşekkür etti, oturduğu yosun ve likenlerle kaplanmış taşa.
Ayaklarının altında uzayıp giden derin ve uzun bir vadi vardı artık; aynı vadiyle bir kez daha karşılaşmanın, buralara bir kez daha gelebilmiş olmanın keyfiyle dolu o meşhur bakışıyla haykırdı elinde olmadan “Ben geldim bak; hayırsızın !..” diyerek. Zirvesinde bulutların semaha durduğu o bildik dağı sağ yamacına alıp yavaş, yavaş inmeye başladı ince bir patikadan… Her zorlu tırmanış ve inişler sonrasında, yamaçlarda kaybolmaya yüz tutmuş o patikaları açan, oralarda ayak izlerini ilk bırakanları düşünürdü hep; “kim bilir hangi duygularla yürüdüler ve ne zorluklarla açtılar bu yolları…” diyerek dalıp gitti hiç yaşamadığı anılara bir kez daha. Öyle ya! İnsanın bir şeyi anımsaması için ille de başına gelmesi ve yaşamış olması da gerekmiyor… Sarp yamaçlarla çevrilmiş vadinin derinliklerinden birbiri ardına kopup gelen bulutların gelişine bakıp bu çılgın gelişlerin bir “Hoş geldin” karşılaması mı, yoksa “niye geldin…” serzenişi mi, ya da “haydi çabuk ol yağmur damlaları ağırlık yapıyor üstüme…” uyarısı mı olduğunu anlayamadı. “Yaşlandık…” dedi mırıldanarak; arkasında yürüyen dağdaşları kendi nefeslerinin gürültüsünden olsa gerek duymadılar bile onu; ama o duyulmuş olma endişesiyle geriye doğru dönüp muziplikle karışık bir kez baktı arkasından gelenlere; 1.2.3… 15 diye saydı gözleriyle; herkes aynı hizada, aynı aralıkla yürüyordu işte; kendi yorgunluğunu da taşıyarak… Sarp yamaçtan aşağıya süzülüp indiler hep birlikte.
Az ötesinde menderesler çizerek akan dereye takıldı gözleri; “hep aynı ahenk, aynı düzen içinde ve aynı yerinden akıp duruyor “dedi; yıllardan beri… “Ne canları beslemiş, kimlere Can suyu olmuştur acep…” dedi içinden. Hiç yüksünmeden şikayet edip delilenmeden akıp duruyor işte; eğilip bir içimlik suyunu avuçladı her zaman ki gibi; “baba nasihatidir, yanından geçtiğin her sudan bir avuç içmek bana, siz de boş geçmeyin…” dedi arkasından yürüyenlere… Hep birlikte soluklandılar… Ağustos güneşini perdeleyen bulut denizi onun yakıcı etkisini azaltsa da güneş şuralarda bir yerde diye düşündü başını kaldırarak göğe… "Gök de yerinde değil bugün, haydee! " diye seslendi geride kalanlara; adımlar hızlandı, nefesler baton seslerine karışmış düzenli bir ritim halinde duyulur oldu yeni baştan… “Yürü, yürü nereye kadar arkadaş, azıcık daha oyalansak burada da şu güzelim doğanın keyfini çıkartsak biraz…” dediğini duydu içlerinden birisinin… Dağlarda konforlu bir seyahat ve keyifle yol almanın ancak kuru kalmak ile mümkün olabileceğini anlatmaya çalışmadı yeni baştan; aldırmaz ve kendinden emin bir edayla yürüdü metrelerce önceden hedef olarak belirlediği kaya kütlesine doğru… Az önce pamuk yığınları benzeri üzerine koşturarak gelen ak pak bulutlar şimdilerde karardıkça kararmış, “çabuk ol…” der gibiydiler sanki… O taşın ardındaki düzlükte nasıl bir manzaranın olduğunu çok iyi biliyordu ve hemen arkasından gelene yol verdi; önce o görsün diyerek; anlat dedi sonra, arkadaşların da duysun… İki dağın arasındaki geniş düzlükte saklanan büyükçe buzul gölü muhteşem bir manzara sundu bakan gözlere; gölün suyunu yalayıp geçerek dağların doruklarına doğru koşturup duran bulutlar arasından bir görünüp, bir kaybolarak… Onca yıl içinde bu gölün kıyısına kaçıncı gelişi olduğunu unutan adam, yine herkesten sonra ve en son gördü gölü ve yine haykırdı bastıramadığı iç sesi “ Ben yine geldim bak; hayırsızın…” diyerek.
Dokuz gün sürecek uzun dağ yolculuğunun ilk uzun molası için kamp kurma hazırlıkları başladı hemen; muhteşem manzaranın etkisinden kurtulamamış bir iki vurdumduymazın boş vermişliğine aldırmadan… İlk çadırlar kurulur kurulmaz bulutların sabırlı bekleyişi de sona erdi ve artan bir şiddetle yağmur damlalarını bırakmaya başladılar yere… “İşte tam da bu, bildiğim beklediğim gerçek bir Hoş geldin senfonisidir… İyi dinleyip kulak verin ona…” diye seslendi adam dışarıda kalıp, şaşkın bakışlar eşliğinde gök gürültülü yağmuru izleyenlere…
Herkes çadırlarına girdiğinde gök tanrısı da susmuş, derin bir sessizlik kaplamıştı her yanı; belli ki o da yorgundu kendileri gibi…
Hep birlikte derin bir uykuya daldılar, gün ortasında…
Zeynel AYDIN - Eylül 2018