-
Badem, şarap ve Can dostları
Tülay Balcıoğlu Can Yücel'in yani can babanın Datca'sını yazdı...
- Patikatrek
- Yol Hikayeleri
- Badem, şarap ve Can dostları
Badem, şarap ve Can dostları
Dört nala giden bir yaban atının ayakları gibi Ege ile Akdeniz’in kucaklaştığı yerde denize uzanır DATCA yarımadası…Yarım adının kuzeyi Ege,Güneyi ise Akdeniz’dir… Eğer yolunuz en uç noktadaki Antik Knidos’a düşerse her iki denizde de yüzebilmenin keyfini yaşarsınız.. Yaban atları gibi vahşi,sarp ve geçit vermezdir yarım adının dağları…Kıvrıla, kıvrıla uzayıp giden Datça yolu, sizi bazen akvaryum gibi koylara, bazen de bu koyları her iki yandan izleme olanağı bulacağınız seyir tepelerine ulaştırır… Nasıl ki Karadeniz de yeşilin her tonunu görürse insan,burada da mavinin en farklı tonlarını yakalar… Bir koyda lacivert,başka bir koyda turkuaz, kimi yerlerde ise maviye döner deniz…Bu güzelim yarımada her ne kadar, her mevsim bağrı deşilse de,kenarından köşesinden hain eller tarafından ince, ince yakılsa da, hala bakir ve hala güzel, yaban atları gibi… Ve olanca güzelliğini sunmaya devam ediyor doğa aşıklarına.
Yarımadanın en ucu Knidos'ta , tarihin binlerce yıllık dokusu içinde, güneşin batışını izlerken,düşleriniz sizi alıp götürüverir asırların ötesine… Ege’nin serin rüzgarları saclarınızı okşarken, beyaz uzun elbiseleri içinde Knidos’un mermer sütunlu sokaklarında en alımlı haliyle yürüyen Roma kadınlarını görebilmeniz dahi olası. Göğsünün üzerinde, altın gerdanlıklar, saçlarını dinmek bilmeyen badem kokulu rüzgarlar savururken Ege’den Akdeniz’e doğru yürüyen. Ve bazen sırtınızı yasladığınız dağların yamacından bir çobanın sihirli kaval sesi eşlik eder, düşsel yolculuğunuza.Anadolu’nun en batı ucunda,şarap ülkesi Knidos' da asırlardır , Ege’yle Akdeniz bitimsiz bir hasret ile kavuşup durur...
Bize yine Datça yolları göründüğünde çok sevinmiştim.Çünkü bu yolculuk ,Ege ile Akdeniz in kucaklaştığı yerde eşsiz maviliklerin keyfini sürmekti benim için.Ayrıca bu kez, her zamankinden farklı olarak Eski Datça’ya düşmüştü yolumuz. Bunun anlamı da Türk şiirinin Can Babası ve onun güzelim şiirleri demekti…’’Benim için şiir akıl ve heyecan meselesidir. İnsan beyninin yanlız yüzde 10’u bilinir,gerisi meçhul kıta.Şiir beynin işlemeyen yüzde 90’ının harekete geçirmektir ‘’ diyen CAN YÜCEL .
Patikatrek öncü-keşif ekibi olarak ESKİ DATÇA EVLERİ adıyla yeni bir oluşumun peşinde olan Fatih ve Erol arkadaşların çağrısıyla yine yollardayız.Erol ve Fatih,her şeylerini İstanbul’da bırakıp,Eski Datça’yı mekan edinen,ve “Eski Datça’yı nasıl ilgi odağı yaparız” diye düşünen iki dost yüz…Onları izlemeye devam edeceğiz…
İlk kez Datça’yı görecek olanlar daha bir heyecanlı doğal olarak.Marmaris’i geçip de eşsiz mavilikleri izlemeye koyulduğumuzda ( bu arada hiçbir orman yangınına rastlamadık diye sevinirken),ilerde gördüğümüz kesif bir duman bütün neşemizi kaçırıverdi.Daha sonra Amazon ve Bördübet koyunda olduğunu öğrendiğimiz orman yangınının hüznüyle Eski Datça ya ulaştık.
Köy kahvesinde çaylarımızı içerken duvardaki fotoğraflar ve bir şiir dikkatimizi çekti.Arabanızı Muhtarın kahvesinin önünde park eder etmez,Can Baba’nın (Can Yücel) köyüne geldiğinizi hemen anlıyorsunuz… Can Baba’nın son yıllarını geçirdiği mekanda ona özel bir köşe ayırmış olan Can Dostu Orhan ağabey, bizimle anılarını paylaştığında duygu yüklü zamanlar yaşadık.Orhan abinin ilk kez gördüğünde, ‘’Dağda görsem korkardım’’ dediği Can Yücel ile tanışmasının hikayesi oldukça ilginç.Orhan Ağabeyin askerliği esnasında Can Yücel hayranı olduğu belli olan Komutanı,kitaplarını verir ve ilk kez o zaman şiirlerinde tanır Can Yücel’i.Okudukça da hayranlığı artar. Teskere alır ve köyüne döner Orhan Ağabey.Yıllar sonra hemen her akşam onun deyimiyle demlenmek için buluştukları küçük meyhanede görür Can babayı..Daha doğrusu gösterirler ona…Sarılıp kucaklaşırlar…O günden sonra Can dostu olur Orhan Ağabey Can babanın…Öyle bir dostluk ki kahve hanesinin kapısının sağına kendi resmini soluna da Can babanın resmini asar… Resimleri duvarda ayrı köşelerde gören Can baba Orhan ağabeye “Ulan,bunları böyle ayırma “ der… Ondan sonra da duvardaki resimler hep yana,yana durur…
Duvarda asılı duran Can babanın fotoğrafı hep o tanıdık haşinlikte bize bakıyordu sanki. Ama bu bakışın dünyada yaşanan çirkinliklere isyan olduğunu ve onun altındaki sevecenliği hissetmemek olası değil düşüncesindeydik hepimiz. Can evi ve can dostu bizi gerçekten de etkilemişti.
Eski Datça da el sanatlarını yaşatma çabasında olan bir bankacı çiftin İstanbul’daki işlerini terk ederek “El Sanatları Atölyesi” adıyla yaptıkları çalışmaları kutlamak istiyorum. Kültürel değerlerimizi korumak ve yaşatmak adına hepimizin böylesi sorumlulukları olduğu düşüncesindeyim.
Eski foça evleri taş binasında klima desteğiyle uzun zamandır alamadığımız güzel bir uykudan sonraki sabah,Orhan abinin kahvesindeki gözlemeler bizi bekliyordu.Narpuz çayı da (daha once denediğimiz meyan kökü şerbetinden farklı olarak) bence harikaydı.
Knidos antik kenti ve Can Yücel’in dizelerindeki gibi ‘’Durdukça yosundan yeşil,kulaç attıkça mavi ‘’ güzelim mavilikler bizi bekliyordu artık.
Knidos, Datça ya 35 km uzaklıkta şaraplarıyla ünlü antik bir kent. Ege ve akdeniz in kucaklaştığı yerde büyük ve küçük limanların ortasındaki Ören yerinin en güzel noktası her iki limana hakim konumdaki Afrodit Tapınağıydı. Knidos ta biri 20.000 diğeri 5.000 kişi kapasiteli iki tiyatro var.
Kıyı köylerinden başlayan dönüş yolumuz Palamut Bükü ne geldiğinde ben ve Filiz yine maviliklerdeydik.Serhat, deniz kıyısındaki gölgelik tek ağacın altında Safiye nine ve Hasan dede ile badem kırma eylemine geçmişti bile. Benel teyze ve kızı Aycan da onlara eşik ediyordu.Sohbet koyulaşırken Zeynel hocamız fotoğraf karelerine yenilerini ekliyordu.Safiye Nine ile Benel teyzenin yöresel şiveleri ile anlattıkları yaşam hikayeleri zaman,zaman Hasan dedenin de katılımı ile doyumsuzlaşırken, yola cıkma zamanımızın bir hayli gerisine düşmek olduğumuzu fark ediyoruz.Deniz kıyısından Akdeniz’in dantel gibi turkuaz rengi koylarını izleyerek ve Ova bükü ve Hayıt bükünde denizle son kez kucaklaşıp,İzmir e dönme hazırlıklarına başladık.
Bu geziden geriye kalan, anlatılası o kadar çok anıyla İzmir’e döndük ki, coğrafya bilgini Strabon un ‘’Tanrı sevdiği kulunu uzun ömürlü olması için Datça ya gönderir’’ sözünün boşuna söylenmiş bir yakıştırma olmadığının ayrımında olduğumuzu özellikle belirtmeliyim.
Yörede anlatılan bir öykü Strabon u doğrular nitelikte. Günümüzden 4-5 yüzyıl kadar once İspanyol korsanlar Datça açıklarından geçerken gemideki cüzzamlı hastaları atmaya karar vermişler ve yanaşıp Datça ya bırakmışlar.Ölüme terkedilen cüzzamlılar Datça nın bol oksijenli havasında iyileşmişler ve yaraları kapanmış.Emecik dağının eteklerinde bir köy kurup orada yaşamaya başlamışlar.Öykü doğru mu değil mi bilinmez ama Datça nın havası,suyu (özellikle Kargı koyunda) ve maviliklerinin insanı sağlıklı yapmaması bence de olası değil...
En kısa zamanda, kimbilir belki bu kadar sıcak olmayan bir mevsimde, bir kez daha Datca’ya geri gelmek,Orhan ağabeyin CAN evinde şiirli bir Datca akşamını tekrar solumak ama bu kez Patikatrek’in Can dostları ile burada olmak belki de daha keyifli olacak...
Tülay BALCIOĞLU