-
Erfelek Şelaleleri
- Patikatrek
- Haberler-Duyurular
- Erfelek Şelaleleri
Erfelek Şelaleleri
Son yıllarda keşfedilip, Türkiye’nin doğal güzellikleri arasında yer alan Erfelek – Tatlıca takım şelaleleri, orta Karadeniz bölgesinde gizli kalmış bu güzel beldenin popülaritesini de artırmaya başladı… Çocukluğumun Erfelek’inden aklımda kalan, sadece o meşhur altın sarısı kestanesi iken, bugün doğal güzellikleri ve natürel ürünleri, sıcakkanlı insanlarıyla zihnimde yer eden bir Erfelek var. Komşu toprakların insanı olmama rağmen Erfelek ile tanışmam maalesef çok geç oldu… Erfelek’in günümüze kadar bozulmadan gelebilmesi; az gelişmişliği, kurulduğu andaki kadar doğal kalabilmesi, çevresindeki tüm güzellikleri ile birlikte bir bütün olarak hala yaşıyor olması, kim bilir belki de tanınmamış ve keşfedilmemiş olmasında saklıdır… Günümüz Türkiye’sinde, çok taninmiş, doğal güzellikleriyle ön planda olan belde ve çevrelerin bugün ki halini görünce, insan elinde olmadan “ Erfelek de tanınmasın, o güzelim yeşil dokunun içinde gizli bir cennet mekân olarak asırlarca saklı kalsın” istiyor…
Ama, endişe etmeyiniz çünkü; Erfelek şanslı… Çalışkan ve modern yüzüyle bütün mesaisini Erfelek için harcayan, birçok şeyi yoktan var eden başarılı yerel yöneticilere sahip… Erfelek gibi onlar da bozulmamış, sade ve arı… Erfelek’in akıllarda kalan bozulmamış doğal dokusu, farklı etnik özellikleri olsa da insanlarıyla bütünlük içinde kalabilmesi, sakin ve huzurlu havasını bağrında yetiştirdiği böylesi değerli kendi insanlarına borçlu olsa gerek… Dışarıdan gelen bizler, oraları yurt yapsaydık eğer, turizm adına, gelişme adına ve daha bilmem neler adına, neler, neler yapmıştık hilkat garibesi gibi çirkin, Erfelek’in dokusuna aykırı… Erfelek ile uyumsuz, bağrını deşercesine…
** ** **
Yıllar önce yine böyle bir sonbahar ayında Erfelek’e yolumuz düştü… Yetersiz donanım ile gittiğimizden olsa gerek istediğimiz fotoğrafları alamamış ve nasılsa bir gün geri döneriz demiştik… Sonbahardaki renk dönüşümünü fotoğraflamak derdine düştüğümüz bir anda Erfelek geldi aklımıza… Hatta biraz daha ileri giderek, Erfelek’te her yıl aynı aylarda Ulusal bir fotoğraf kampı düzenleyelim diye de düşündük… İyi ki de düşünmüşüz… Yağmurlu bir İzmir akşamında kendimizi Sinop otobüsü içinde buluverdik…
Biraz araştırma yapma eksiğimizden mi yoksa kendi memleketimiz hakkında her şeyi biliyor olmanın çokbilmişliğinden mi bilinmez, Sinop’a hava yolu ile de gidiliyor olmayı atladık… Hem de haftada üç sefer ile… Bu araştırma tembelliğimiz bize tam tamına 20 saatlik uzun ve yorucu bir kara yolu yolculuğuna mal oldu… Memleket havası alacak olmanın mutluluğu ile buna da olsun dedik…
Balıkesir’den başlayıp Kastamonu’ya kadar aralıksız devam eden yağışlı hava, Dıranaz dağlarına tırmanmaya başladığımızda yerini sisli ve çiseleyen bir hava akımına bıraktı… Dıranaz’ın yüce doruklarında, sis içinde kalmış köknar ve çam ormanları içinden geçerken her ne kadar çocukluk anılarım içinde fazlasıyla yeri olsa da büyülü bir dünyaya adım atmış meraklı yüzler gibiydik… Yol arkadaşım Mansur sürekli artan bir ilgiyle otobüsün camından çevreyi izlerken ben de onu izliyordum gülümseyerek…
Ağaçların arasında, sisler içinden arada bir de olsa bir dağ köyü çıkıveriyordu karşımıza… Ve yürüyen, gezinen havaya rağmen çalışan insan siluetleriyle karşılaşıyorduk… Bu ne güzel bir fotoğraftı öyle… Bize “keşke özel araba ile gelseydik” dedirten… Dıranaz dağlarının çam, köknar, kayın ve kızılağaçlarla bezenmiş sisli doruklarından yüzümüzü denize doğru çevirdiğimizde hava da değişmeye başladı… Karadeniz’den kopup gelen hafif rüzgâr, yağışlı havayı kıyılardan alıp uzaklaştırmış, daha iç kesimlerdeki dağların doruklarına yaslayıvermiş…
Hava kapalı ve bu mevsimde Sinop’ta beklenmeyecek kadar da sıcak… Otobüsten iner inmez Erfelek dolmuşlarını beklemeye başladık… Sinop merkezinden en geç yarım saatte bir kalkan dolmuşlar var 20 Km içerdeki ERFELEK’e… Otogarda beklerken ve dolmuşta telefonum iki kez çaldı… Arayan Erfelek Belediyesinin değerli başkanının sekreteri… Bizi bekliyorlar… Bekleyenler arasında Bir Kaçkar yolculuğunda tanışıp dost kaldığımız gülen yüzler de var… Başkanın saygıdeğer eşi İlknur Hanım ve Kaçkar transın en heyecanlı yolcusu Kevser Hanım… Sinop’tan kalkıp gelmiş sağ olsun…
İlçede her yer bayraklarla süslenmiş, merasim geçişleri için her şey hazır gibi… Ama bunun bizimle bir ilgisi yok; bir gün sonra kutlanacak olan 29 EKIM törenlerine yapılan hazırlıktan sadece bir kesit… Belediye Başkanlık makamında sıcak bir karşılama ile sıcak çaylarımızı yudumladık… Kısa bir hasret giderme ve tanışma sonrasında Erfelek sokaklarına dalıverdik… Yorgunluk hak getire… İzmir’den Sinop’a uzanan yirmi saatlik otobüs yolculuğu çok geride kalıverdi hemen… Bir yandan Erfelek sokaklarında fotoğraf avcılığı yaparken diğer yandan da kamp hazırlığı yapıyoruz…
Fotoğrafa kısa süreliğine de olsa ara verip Erfelek’e has lezzet ve tadların peşine düştük… Tohumat restorandın sahibesi Şengül hanımın ev yemeklerinin hepsinin tadına baktık ve öyle ayrıldık Erfelek’ten kampa gitmek için… Gün batımına yakın saatlerde kamp alanımıza vardık… Çiseleyerek yağan bir yağmur ve tepelerden vadi içlerine süzülen sisli bir hava içinde kampımızı kurduk…
Erfelekli dostların bizler için hazırlayıp kavanozlara doldurduğu çorbalarımızı kamp ocağımızda ısıtıp, balkonunda oturduğumuz dağ evinden 1.Şelaleye bakarak yudumladık. Yağışlı ve soğuk bir orman akşamında bedenimiz kadar yüreklerimizi de ısıtan nefis çorbanın sıcaklığını hissederek, ilk gecemizdeki unutulmaz anları ve manzarayı yüreğimize de yazdık… Şehirde kalan dostlara okumak için…
Gece vadiye erken iniyor… Hava saat 17.30 da karardı… Balkonun hemen önünde, dışarıda yaktığımız kamp ateşi üzerine düşen yağmur damlalarını izleyerek bir süre daha oturduk… Hiç konuşmadan… Karşımızda çağlayarak akan büyük Şelalenin çıkardığı ses, vadi içindeki sakin geceye ait duymamız olası ne kadar ses varsa hepsini bastırıyordu… Çorba ile ısınan yol yorgunu bedenlerimiz uykuya hasret; açtık çadırlarımızın kapısını, ”artık uyumak zamanı” dedik ve girdik uyku tulumlarımıza… Saat 18.45 Hiç konuşmadan bir süre daha dinledik büyük şelalenin sesini… Uzaklarda kayın ormanları arasından belli belirsiz duyulan bir çakal sesi “Hoş geldiniz ağabeyler” diyor dediğim anda Mansur’un çadırından gelen ince bir horlama sesi ile şenlenen ortamda ben de girivermişim uykunun koynuna…
Gecemiz iyi geçti… Bol oksijenli ortamda huzur dolu bir uykudan kuş sesleri içinde uyandık… Saat 05.00… Uyku Tulumunun sıcak ortamından ayrılma korkusu tembel ruhumuzu sarmalayıp uyandırmadan dışarı çıkmak gerek… Şelale ve ormana bakan çadırımın kapısını açtığımda içeri dolan serin orman havası son kalan uyku kırıntılarını da dağıtıverdi… Büyük şelale hala akıyordu… Hiç yorulmadan, hiç uyumadan ve hala coşku dolu…