-
Dağ gülleri Fotoğraf Kampı
Patikatrek Doğa Sporları Ege bölgesinde baharın habercisi olan Dağ güllerini fotoğraflamak için ormanda kamp kuruyor
- Patikatrek
- Haberler-Duyurular
- Dağ gülleri Fotoğraf Kampı
Dağ gülleri Fotoğraf Kampı
Şubat ayında yaşadığımız kasvetli kış günleri geride kaldı...Ege’yi sarıp sarmalayan yağmur bulutları toprağa inince dereler de çağlamaya başladı…Küresel ısınmanın yarattığı kuraklık korkusunu azıcık da olsa kovaladık aklımızdan…Gezdiğimiz dağ başlarında derelerin çağlayışını gözlemledik;mutlu olduk…Mart ayı ile birlikte artık güneş yüzünü daha sık gösterir dedik ama bulutlar şehrin üzerinden hiç eksik olmuyor…
07-08 Mart 2009 tarihlerinde aynı anda iki etkinliğe imza atmayı düşündük. Ege’de bahar’ın habercisi Dağ güllerini mekânında ziyaret ederken 08 Mart Dünya kadınlar Günü anısına bir de kamp yapalım diye düşündük… 07 Mart Cumartesi sabahına uyandığımızda körfezin üzeri uzunca bir zamandan beri görmediğim şekilde koyu renkle kaplı bir gökyüzü ve inceden inceye sürekli yağan yağmurla karşılaştım. Buluşma noktalarımıza geldiğimde gökyüzünü saran yağmur bulutlarında en ufak bir açılma ihtimali görünmüyordu… “Olsun” dedik,”çıktık bir kez evden, geri dönüş yapmak bize yakışmaz, dağ gülleri bizi bekler; sözümüz var…” Ekip, geceden mesaiye çağrılanlar ile son anda uzak diyarlardan akrabaları geldiği için kamptan vazgeçenlerin verdiği küçük firelere rağmen yola düştü… “Kim dönerse dönsün biz dönmezek yolumuzdan” haykırışları arasında yola çıktık, gözümüz ufukta, dağların doruklarında gezinen yağmur bulutlarında… Beklediğimiz, hayal ettiğimiz bir gidiş şekli olmasa da umutlarımızı canlı tutmaya çalışarak şehri terk ettik.Jandarmaya bilgi verip listeleri teslim ederken Komutanın “Hocam hava çok kötü vazgeçin gitmeyin “ demesi bile döndüremedi bizi kararımızdan…
Geçen haftadan sıkı sıkıya tembih etiğimiz kahvecinin çayları hala demlememiş olması bile moralimizi bozmadı… Köy kahvesinde çayın demlenmesini beklemek aslında biraz da yağmurun dinmesini beklemek bahanesiydi… Kahvaltılar yapıldı, üst üste çaylar içilirken bendeniz de ekibi ıslanmadan kamp alanına ulaştırma derdine düşmüştüm… Güneşli bir havada ekonomik bir bedel karşılığı yaylaya çıkma sözü aldığım traktörcü Fluy (Lakabı böyleymiş… Yağışlı havayı görünce yan çizdi… Islanmaktan korkarak yağmurun dinmesini bekleyelim diye kıvırmaya başladı… Akıllı yurdum insanı gün boyu sigarı dumanı içinde kahvede pineklemeye razı gelir de zor şartlarda gelen işe gitmemek için bedeli bir ise üç ister ya… Alışık olduğumuz klasik manzara… Neyse sıkı bir pazarlık sonrasında bari Tenteli olsun da ıslanmayalım diyerek kamyonetçi Rıza’yı razı ettik, ekibi yaylaya çıkartmaya… Yollar kaygan…çamur yapıştı mı tekerleklere bırakmıyor; bir iki yolda kalma korkusuyla yokuşları zor da olsa tırmandık…Tırmandık da her şey bitti mi ? Kamp yerine yaklaşabildiğimiz kadar yaklaştık ama yine de 1 Km kadar malzemeleri yağmur altında taşımak durumunda kaldık… Önce çadırlar kuruldu… Islanma ihtimali olan malzemeler ise ayrıca korumalı şekilde çadırlara ulaştırıldı veeeee Suprizzz… Yağmur durdu…
Yağmurun dinmesini fırsat bilip,ıslananlar kıyafet değiştirirken bendeniz de belki yüz yıllık bir binanın şömine kalıntısı içine gecen haftadan sakladığım birkaç parça kuru odun parçasını tutuşturup kamp ateşini yakıverdim… Dumanın yükselişi moralleri yükseltti… Ateşin çevresinde hemencecik bir çember oluşturduk… Kara bulutlar aralıklı da olsa mavi bir gökyüzü izlememize müsaade etti. Hemen görev paylaşımı yaptık; erkekler akşam için odun toplamaya giderken,kızlar da yemek hazırlama derdine düştüler…Ben kaytardım, özel sipariş aldığım Mor dağ güllerini fotoğraflamak için ıslak çayırlar üzerinde yatıp kalkarak zaten ıslak olan üstümü başımı biraz daha ıslattım.Yağmur sonrası dağ gülleri harikaydı…İyi makro kareler cıktı… Öyle dalmışım ki fotoğrafa bir süre sonra anladım ki yalnız değilim,kampta bir tek Tufan nöbetçi kalmış ve diğerleri fotoğraf makineleri ellerinde, hepsi ayrı bir çalılık içinde dağ gülü fotoğraflamak derdinde…Yaklaşık bir-iki saatlik bir çalışma sonrasında kampa döndük…Ateşin başında kurulanırken sıcak çaylarımızı kahvelerimizi yudumladık…O da ne daha saat 13.00 …Günün geri kalan kısmını kah orman içinde gezinti yaparak,kah yıkık dökük hüzünlü bir şekilde yok olmayı bekleyen 1950’li yıllarda terk edilmiş olan köy evlerinin kalıntılarını ziyaret ederek geçirdik… Sıklıkla deklanşöre basmayı da unutmadık…
Akşam kamp alanı üzerine çökerken çatırdayarak yanan canlı bir ateş ve nerdeyse bütün gece yetecek odun stokumuz ile dört bir yanı yıkılmış sadece şöminesi ayakta kalmış olan bir ev kalıntısının içinde toplandık… Nice yıllar kim bilir ne acılara şahit olup,ne mutluluklara sahne olan,hangi buruk anılara ev sahipliği yapan o yıkık şömine bir gecelik misafirliğimiz esnasında kahkahalarımızla onca yıl sonra yeniden şenlendi… Bacasının tüttüğünü gören bulutlar bile mutluluktan olsa gerek gece saat 23.00 gibi dayanamayıp tekrar ağlamaya başladı…İlk damlalar düşmeye başladığında artık sesimiz kısılmış, türkülerimiz susmuş,geceye aydınlık tat katıp, tanık olan dolunay bulutların arasına girmek için izin ister gibiydi…Biz de çadırlara gitmek için izin isteyelim …İyi geceler diyerek…
Çadırlarımıza çekildiğimiz andan itibaren yağmur damlalarının düşüşü de hızlandı… Doğa ana en güzel senfonisi ile ninni söylemeye başladı…O muhteşem senfoni gece saat 04.00 kadar hiç dinmeden devam etti…Zaman,zaman uyanıp gök gürültülü senfoninin notalarını video kamerama not etmeye çalıştım…Senfoni öyle harikaydı ki kamerayı acık bırakmış uyumuşum…Kaseti izlerken gördüm ki nerdeyse 30 dakika çadırın üstüne düşen yağmur damlalarının sesi kayıt altında…Bir kısmını sildim; ertesi gün kayıta devam ederek…
Sabahın ilk ışıkları ile yağmura rağmen cıvıl,cıvıl kuş sesleri altında güne uyandım erkenden…Pazar sabahı günü birlik gelecek olan diğer ekibi köyden alıp kamp alanına getirmek için kamptan ayrılmam gerekiyordu…Herkes uykudayken ben yönümü köye doğru çevirdim…Ama benden önce kalkanlar da varmış meğer…Baktım ki Sadık çalıların altında günün ilk ışıkları ile dağ güllerini bir kez daha fotoğraflıyor…selamlaştık… gülüştük…ben ayrıldım;ışığın bol olsun diyerek…
İnce bir yağmur altında,ormanın o muhteşem sessizliği içinde kendimle baş başa iki saatlik unutulmaz güzellikteki bir yürüyüş ile köye indim… Aklımda kalanlar;yağmur sonrası dallara asılı kalıp toprağa düşmeyi bekleyen su damlacıkları ve bastığım topraktan burnuma kadar yükselen o bildik toprak kokusu oldu…Kahvenin önüne vardığım anda servis aracımızda köye girmişti…Kahveye hep birlikte girdik…Sabah çaylarını yeni yol arkadaşlarımla birlikte içtik… Çaylar içildikten sonra kampa gitmek üzere yürüyüşe başladık… Arada bir de olsa yağmur yine geçip gitti üzerimizden aynen dün gibi…Hele de kampa tam varmak üzereyken dolu olarak tepemize inmez mi…Yeni arkadaşlarıma seslendim; “bu da doğa ananın size –Hoş geldin senfonisi arkadaşlar…ses verin Hoş bulduk diye” Ey yüce doğa sen nelere kadirsin…Bize yaşattıkların için şükran duygularımızı yolluyoruz sana…Geri çevirme,kabul et lütfen…
İki ekibin kaynaşması çok güzeldi…Kamp grubu sıcak suları hazırlamış ateş yağmura rağmen canlı tutulmuş,ikramlar da hazır…AFERİN ÇOCUKLAR… Hepiniz geçer not aldınız; hele de o dağ başında yaptığınız kısır var ya harikaydı… Dahası ve sonrası mı ? Anlatacak o kadar çok şey var ki aklımıza yazdığımız… Bırakalım da bir kısmı sihrini yitirmesin diye biz de saklı kalsın…
Biz hafta ayrı bir güzelliği farklı bir yurt köşesinde yaşamak için yollarda,yaşadıklarımızı sizinle paylaşmak içinse yine bilgisayar başında olacağız… Siz de benzer hikayelerinizi bize yazın ki hep birlikte paylaşalım…