-
Yürümeye ne zaman başladık ?
Yürümek yaşamaktır; durmak ise ölüm; öyleyse yaşamak için yürüyoruz, hep birlikte 20 yıldan beri, güven içinde...
- Patikatrek
- Faydalı Bilgiler
- Yürümeye ne zaman başladık ?
Yürümeye ne zaman başladık ?
Doğa yürüyüşü yapmak maksatlı bizi arayıp bulanların ilk sorusu; “ne zamandır yürüyorsunuz ?” olur hep. Sohbeti monotonluktan uzaklaştırıp, mesafeleri de kısaltmayı, hatta tamamen ortadan kaldırmayı düşündüğümden, cevabım genellikle; “hatırlamıyorum ama sanırım 1,5 yaşımda başlamışım yürümeye ” olur. Cevabımın ne soğuk bir espri olduğunu, soruyu soranın yüz ifadesinden kolaylıkla okusam da tekrar, tekrar yaparım, bu soruyla her karşılaştığımda…Kurumsal bir kimlikle yürümeye başlamanın 20 yılını geride bıraktık desem, kısaca ve başka şeylerden bahsetsek biraz diyorum...
Doğa yürüyüşlerinin hayatımıza giriş hikayesini çok mu gerilerden başlatsak acaba ? Yürümeye ne zaman ve nasıl başladığımızın asıl gerçeğini bu yazıyla açıklamış olayım yine de; izninizle…
“Kişinin karakteri, yaşadığı coğrafyaya göre şekillenir…” derler ya hani, bizimkisi de biraz öyle; biraz aileden, çoğunlukla da aldığımız eğitimden beslenir; doğa ve ağaç sevgimiz, yeşile olan sevdamız. Ayaklarımın üzerinde durmaya başladığım yaşlardan itibaren anımsadıklarım ve belleğimde kalan izlerden esinlenerek diyebilirim ki, evden sokağa indiğim yaşlardan itibaren tüm zamanlarım, doğup büyüdüğüm köyümün, meyve ağaçları dışında aklıma kazınan tek türü olan kavak ağaçlarının çocuk zihnimde bıraktığı muhteşem anılar var; hala belli, belirsiz anımsadığım…
Sıcak yaz güneşinden kaçarak, devasa gövdeli Kavak ağaçlarının gölgesinde, toprak üzerine uzanıp gökyüzüne bakarak uyumanın keyfini hala hiç bir şeye değişmem mesela… Hafif bir esintiyle bile yaprakların oynaşırken çıkardığı o muhteşem melodinin bir benzeri hala bestelenmedi bana göre… Çocuk bedeninin altında, serin bir toprak, üstünde mavi bir gökyüzü ve tam uykuya dalmak üzereyken, en güzel bestesini bir ninni misali sunan kavak ağaçlarına olan sadakat ve bağlılığım, dostluğum tarifsizdir…
Yaş büyüdükçe, köyden biraz daha uzaklaşmaya başladığım dönemde tanıştığım yaşlı Meşe ağaçları ve soludukça ferahlık veren kokusuyla aklımda iz bırakan Ardıç ağaçları da öyle… Hasat mevsimi bittiğinde yapılan şükür duaları için nedense köyün en yüksek tepesindeki Meşe ormanı tercih edilirdi ki, o yaşlardan beri Meşe ağacı hep kutsaldır benim dünyamda… Dalından düştüğüm Meşe ağacının bedenimde bıraktığı izleri hala taşıyor olmamdan mıdır nedir, bilmiyorum ama sanki bugün gitsem onu, en son bıraktığım yerinde, elimle koymuş gibi bulurum diye düşünüyorum…
Köyümüzde çok olmasa da meyveli ağaçları saymıyorum; öyle ki, her birinin meyvesini “daha olgunlaşmadan toplayan çocuk” yarışması yapılsaydı mesela, eminim her sene şampiyon ben olurdum…
Çocuk aklımda derin izler bırakan, “ağaç ve orman” ilişkisini ilk kez kavradığım yayla zamanları ise hayatımın bir sonraki evresidir ki, o dönemi tanımlamak için farklı bir başlık açmak gerek; bu günlerde yayla, yayla dolaşıyor olmamın alt yapısında, çocuk yaşlarımda yaylalarda bıraktıklarımı ya da kaybettiklerimi bulma arayışı yatar belki de…
Ortaokul yıllarımın yaz tatillerinde, ilçemiz Orman işleteme Müdürlüğünde yevmiyeli işçilik yaptığım zamanlarda ise ağaç ve Ormanın Ekonomik getirisi ile de tanıştım ancak, hiç ilgimi çekmedi diyebilirim. Koruma ve kollayıcı yanım çoktan ağır basmaya başlamıştı karakterimde…
O dönemlerde fotoğraf makinesi ve fotoğraf ile tanışmış olmamın da çok büyük etkisi vardır doğa, ağaç ve orman sevgimin gelişmesinde… Yaşıtlarım tüfeği kapıp ormana karatavuk ve keklik avlamaya giderken ben de fotoğraf makinemi kaptığım gibi tek başıma orman içlerinde, derelerde, tepelerde kaybolur, gözüme ilginç gelen ne varsa fotoğrafını çekerdim.
Bugün, fotoğrafa yeni başlayan herkese “doğaya çıkın ve ne görürseniz fotoğraflayın” dememin altında yatan farklı birçok sebep olsa da, o yılların bana kazandırdıklarıdır belki de asıl neden; kim bilir?
Doğayı gerçek anlamda keşfetme, anlama ve yorumlama becerisi edindiğim zamanlardır o yıllar ve tam tamına o günden beri de doğadan bir gün uzak kalsam o günü yaşanmamış sayarak özlerim…
Fotoğrafçıyı tanımlarken “ zihninde, belleğinde iz bırakan görüntüyü arayan kişi…” deriz ya hani, bizim de fotoğraf makinesini elimize alır almaz gördüklerimizi fotoğraflama isteğinin altında yatan asıl gerçek geride bıraktıklarımızın peşine düşmüş olmamızdandır bugün… Böylece hayatıma giren fotoğrafçılık ve fotoğrafa duyduğumuz ilgi de aslında doğadan beslenir…
İşte ben, o gün bugündür hep yürürüm; bazen yeni keşifler yapmak, bazen de spor ve fotoğraf amaçlı yürürüm ama yürürken mutlaka gözlem yapar, gözlemlediklerimi fotoğraflarım.
Fotoğrafladığım her şey, geride bırakıp peşine düştüklerimin zihnimdeki bir kopyasıdır…
Bugün “Doğa Yürüyüşleri” dendiğinde akla ilk gelen şehir olan İzmir’e taşınmamla birlikte, İzmir ve çevresini tanıma ve keşfetme yürüyüşlerine 1990’lı yılların başında başladım. İzmir merkezli keşif çemberimi her geçen gün genişleterek İzmir ve doğasını tanıma ve fotoğraflama yürüyüşlerini tek başıma yaparak bazen yürünmüş patikalarda bazen de kendimce patikalar oluşturdum, yıllar içinde…
“Doğa Yürüyüşleri dendiğinde akla ilk gelen şehir İzmir ” derken, doğa yürüyüşlerinin ülkemizde bir kitle sporu olarak yapılmaya başlamasının çıkış noktası İzmir olduğu için söylüyorum bunu. Sonraki evrelerde, doğa yürüyüşlerinin gruplar halinde yapılıyor olması ve Dağcılık sporu ile de ilişkilendirilerek kurumsal bir hüviyete bürünmesi neticesinde bu sporun tüm yurt geneline yayıldığını ve her yaştan insanın severek yaptığına tanıklık ediyoruz bugün…
Doğa yürüyüşleri hakkında, bu sayfalarda oldukça fazla hatta çoğu zaman tekrara düşen bilgiler görebilirsiniz. Doğa yürüyüşü nedir, ne değildir? den tutun da, doğa yürüyüşünün kuralları ve içinde saklı risklere varıncaya kadar bir yığın bilgi, yaşanmışlıklardan beslenerek paylaşılmış…
O sebeple, yeni bir tekrar yapmadan yürümeye ne zaman ve nereden başlamış olduğumuzu kısaca özetlemiş olarak bitirelim yazıyı…
Sağlıkla kalın, dağsız kalmayın diyerek…